31 Mart 2014 Pazartesi

Son Zamanlarda İzlediğim Filmler



Herkese Merhaba!

Son zamanlarda izlediğim bütün filmlerin gelen bir değerlendirmesini yapmak üzere bu yazıyı hazırladım.Her filmi izlememin farklı bir hikayesi olsada hepsinin ortak noktası ajandamdaki notlarımla derlediğim filmler olması...

İlk olarak bahsedeceğim İf 13. Flim festivalinde izlediğim Consuming Spirits (2012) Ruhları Tüketmek filmi Bu flimin yapımının 10 yıldan uzun sürmüş olması başlangıçta çok ilginç gelen bir unsur oldu. Flim animasyon teknikleriyle yapılanmış  modern ve postmodern öğeleri içeren farklı bir tür  olsada sadece animasyon filimi olarak değerlendirsek kesinlikle yanlış olur diye düşünüyorum.  Aynı gazetede çalışan insanların, iç dünyalarına geçmişlerine ve duygularına inerek, tekdüze yaşantılarına derin bir bakış açısıyla bakan bu film,  farklı insanların hayatlarını ilmek ilmek birbirine bağlamasıyla konusunu tek düzelikten kurtarmış. Zorlama bir farklılaşmayla türleri arasından  sıyrılan bu film bana gereğinden fazla uzun geldi. Bu yüzden film ile ilgili olumlu bir değerlendirmede bulunamayacağım
Uzun Boylu Adam Mutlu Mu?: Noam Chomsky ile Canlandırma Bir Sohbet yine İf 13. Flim festivalinde izlediğim  diger bir film, Chomsky'nin çocukluğundan tutun eğitimine, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında bir Yahudi olarak yaşadıklarına atıflarda bulunan bu film, beyazperdeden öte karşılıklı sohbetti.   Chomsky'nin hayat hikayesi, bakış açısını aktarıldığı, ilgi çekici bir röportaj olan bu eser, Gondry  üstün yönetmenlik becerileri sayesinde ansiklopedik bir sinema eseri haline dönüşmüş.
Mavi Dalga İf de izlediğim bir filmdi. Ben çok sıkıcı  anlamsız buldum. Geçtiğimiz ayda Milliyet Sanat’ta da geçen  yönetmenlerinin röportajlarına rastladım 5 yılda tamamlanmış senaryo büyük bir emek var bu yüzden saygısızlık yapmayada çekiniyorum çünkü  iyi birşeyler yapılmaya çalışılmış ama olmamış. Çok nadir, yarıda bırakıp çıkarım bir filmi bu filmde öyle oldu film oldu tahammül sınırımı çok zorladı.  Balıkesir  güzel arka fonu dışında filimi dolduran pek bir unsur bulamadım.
Sınırsızlar Kulübü Uyuşturucu bağımlısı ve HIV taşıyıcısı rodeocu Ron Woodroof’ın el altından AIDS ilaçları satmaya başlamasından esinlenen film, Woodruff’ı oynayan Matthew McConaughey ve ortağı travesti fahişeye hayat veren Jared Leto’ya Oscar kazandırdı.Film başarılı sıfatını hakkıyla taşıyor.
12 Yıllık Esaret  Zor izlenen, izlendiğinde insana derinlik kazandıran.  Gerçek olaylardan uyarlanmış ama iyi bir kölelik filmi. En iyi film Oscar’ını da kazandı. Fazla söze gerek yok. İzleyiniz derim.
300: Bir İmparatorluğun Yükselişi 2006 tarihli filmi 300 Spartalı çizgiromanından uyarlanan bu film, ilk filme paralel ilerliyor. Yunan ordusunca ailesi katledilen Artemisia intikam almak için savaşıyor.  Filimin tek güzel tarafı görsel şöleni Başarılı bir görüntü yönetmeninin elinden çıkan sahneler  ve kameraya alındığı IMAX formatı flimi başarılı kılıyor.Görselliği alırsak film bomboş...

Aşk, orjinal adıyla “Her” yakın gelcekten  retro ögelerle süslenmiş zamansız bir film. Mektup yazarak geçimini sağlayan Theodore, bir gün bir işletim sistemi reklamı görür ve satın aldığı işletim sistemi sayesinde yapay zeka Samantha ile tanışır. Sonra olaylar gelişir. Evrensel olan aşk bu kadar  güzel ve zamansız anlatılamazdı.
Blue Jasmine Renkli, eğlenceli  filmi dediğimde aklıma gelen ilk isim  Woody Allendır.  Gerek mekan seçimi gerekse eğlence ögelerinin ustaca dizilimiyle başarılı bulurum kendisini fakat bu sefer Blue Jasmine’de  konu klişelikten öteye geçememiş bir kurguydu benim için tam bi hayal kırıklığıydı. Çok kısa değinirsem konusuna, zengin eşi her şeyini kaybedip hapse girince Jasmine, bunalıma girer. Üvey kardeşinin yanına yerleşir ve hayata sıfırdan başlamaya çabalar. E-set-ra E-sat-ra:) Filmi izlenir kılan şey Cate Blanchett’in olağanüstü performansı.Woody Allen hayatta dair verdiği mesajlar yinede bunların hepsi tek başına flimi kurtarmaya yetmiyor. 
Son olarak 2014 Sırbistan Oscar adayı, Srdan Golubovic filmi Kesişen Hayatlar kapatıyorum kesinlikle etkileyici bir dram flimi çok fazla birşey söylemiyor ve  izleyin diyorum. Ruha kalbe dokunan insan olmayı hatırlatan anlam dolu bir film

P.S.Bu yazılar çok önceden yazıllıp derlenip toparlandı. Zamanlayıcıda planlanıp  yolladı. Esasında pek keyifsizim...

29 Mart 2014 Cumartesi

Bir Kitap İsis Trıstan Hawkins


Geçtiğimiz haftalarda kitaplığımda bulunan henüz elimi bile sürmediğim , sevdiklerimin tavsiyesiyle aldığım kitaplarımı okuyup bitirmek için kendi kendime söz verdim. İşte kendime verdiğim bu söz çerçevesinde ilk kitabımı haftabaşında okumaya başladım. İlk seçimimi Yeraltı edebiyatından yana kullandım. Popüler edebiyatın dışında kalmayı tercih eden, günlük dili olduğu gibi kullanan, soyut betimlemelerden uzak kafa karıştırıcı olmayan ve hiçbir şekilde öğreticilik vasfı içermemesi  sebebiyle bu günlerin yoğunluğunda iyi olacağını düşündüm. Lakin uzun karakter tahlilleri yapılmadığı, olay örgüsü ön planda olduğu halde marjinal kişileri okurken ister istemez karakter çözümlemeleri yaparken buldum kendimi yine...
Tristan Hawkinsin İSİS kitabına hevesle başladım. 303 sayfalık bu kitap 2003 yılında basılmış. Yazarın ilk kitabı bu yazarın zaten iki kitabı bulunuyor biri Anarşist diğeride İSİS yazar 33 yaşında üçüncü kitabı üzerinde çalışırken geçirdiği astım krizi sonucu hayata gözlerini yummuş. Ömrü daha fazla kitap yazmaya  vefa etmemiş.
İSİS argoyu abartmadan yazılmış. Reklam yazarlarının özellikle konusu itibarıyle ilgisini çeker diye düşünüyorum. Toplumun en ötekisi uyuşturucu kullanan Richardın, çirkin “title” sız sekreter PEPER’e aşık olmasıyla, dibe vurmasını anlatan bir kurgu. Kitabın orjinal adı Peper fakat dilimize İSİS olarak çevrilmiş. Mizah, hırs, argo hepsi içiçe geçmiş bazen çok dengesiz bazen çok çarpıcı abartıdan uzak,  olduğu gibi sade ve sert. Ben kitabı sıkıcı buldum. Ama yine de bitirdim. 

28 Mart 2014 Cuma

Devrim Arabaları

Merhaba!
Bugun sizlere ilk otomobilimiz Devrimin başlamadan biten trajik hikayesini anlatacağım. Traji-komik deselerde benim yüreğim bu hikayeye komik demeye bile el vermiyor.

1961 yılında, ithal ikameci politikalar hatirlanip, Bu ülkenin yerli otomobili olması fikri ortaya atılır. Bu fikir üzerine Türk mühendisleri 4,5 aylık bir sürede diferansiyelinden vitesine, motorundan kaputuna, İlk türk otomobili “Devrim”i üretirler.  4 tane üretilen Devrimin  2 eşi 1961 yılında yakılır günümüze kalan Devrim, ise üretildiği  Eskişehir Tülomsaş'ta hüzün icinde yatıyor. 
Devrimin hikayesine gelirsek, 1961 yılında, 20 Türk Mühendisin olağanüstü  çabası sonucu 4,5 ayda yapımı tamamlanan “Devrim” 29 Ekim Cumhuriyet kutlamalarında boy göstermek üzere Eskişehirden trenle Ankaraya  yola çıkar.Trende bir kıvılcım olurda "yangın çıkar " ihtimaline  karşı deposuna 100m ileri getirebilecek kadar benzin koyulur.Ankarayaya geldikten sonra  Sıhhıyeden yakıt ikmali yapılacak olan Devrimin Siyah olan makam aracını Cemal Gürsel  seçer. Konteje yetişmek üzere yola koyulan Devrim 100 metre ilerledikten sonra tekliyip ve durunca Devrim karalanir Hatta o zaman,  Cemal Paşa “Garp gibi düşünüp araba üretiyor, Şark gibi davranıp benzin koymuyorsunuz” diyerek öfkesini belli eder. Bu durum üzerine Devrim arabalarının yakılmak üzere cezalandırılır. Günümüze kalan Devrim Eskişehir'de misafirlerini ağırlıyor. Misafirler Tülomsaş'ta Bu ülkenin çalınan gelecegine , Devrimin yalnızlığına yas tutuyor.
İşte Devrim arabalarını Trajik hikayesi böyle son buluyor.
NOT : 1961 yılında 4 adet üretilen DEVRİM Otomobillerinden sadece birisi günümüze ulaşmıştır. TÜLOMSAŞ Müzesi bahçesinde, özel olarak yapılan camlı garajda muhafaza edilen DEVRİM Otomobili halen çalışır durumdadır. Eskişehire gidildiğinde mutlaka ziyaret edilmeli eğer Eskişehire yolunuz düşmezde 2008 de yapılan Devrim Arabaları Filmini izlemenizi tavsiye ederim.
Sevgiler,

27 Mart 2014 Perşembe

Büyüklere Masal Hayvan Çiftliği

Size bir ‘masal' anlatacağım bugün. Bir varmış bir yokmuş. Çok uzaklarda bir çiftlik varmış.  George Orwell amcanın çiftliğinde hayvanlara kötü davranılır  onlara eziyet edilip ve zavallı hayvancıklar sömürülürmüş.
Sonra bir gün Yaşlı ve akıllı bir domuz  çıkmış meydana , bir hayali  varmış bu Domuzcuğun Animalizm yani bütün hayvanların eşit oldiuğu bir rejim oluşturmak. Yaşlı Bilge domuzcuk Major; bütün hayvanların özgür olacağı, çiftliği ve kendilerini yönetecekleri düzenin  konuşmasını yaparken ölmüş.
Bunun üzerine Hayvanlar İsyan edip çiftliği ele geçirmişler .Ve  Çiftliğe ‘yeni' bir isim verilmiş; Hayvan Çiftliği. Zeki ve kurnaz olan domuzlar herkesin uyacağı Yedi Emir'i yazmış,
Yedi Emirin Kuralları,
1.iki ayaklılar düşmandır,
2. dört ayaklılar ve kanatlılar dosttur,
3.hayvanlar kıyafet giyemeyecek,
4. yataklarda uyumayacak,
5.içki içmeyecek,
6.bir hayvan bir başka hayvanı öldürmeyecektir.
7.Ve her hayvan eşittir...
Yeni rejimde, Yönetici konumuna gelen domuzlar, ineklerin sütlerini çalmaya, çiftlik ürünlerine el koymaya başmışlar.
Bunun üzerine , komşu çiftlikleri yöneten insanlar bütün bu yaşananlardan rahatsız oluşlar. Hayvan Çiftliği'ne saldırmışlar. Bu savaşta Kan dökülür.Domuzların en önemli yardımcısı beygir Boxer, bir insan öldürür, suçlu hisseder kendini ama ‘kahramansın' derler ona...
Zamanla düzenin bozulmasıyla Kıtlık başlar Hayvanlar ölmeye başlar. Bir günah keçisi seçilir ve bütün suçu ona yüklerler ve ortada suçlu kalmaz. Bu arada yeni düzende geçmişi hatırlamak suçtur.  Geçmişi olduğu biçimiyle hatırlayan Boxer'ı öldürmeye çalışırlar. Hayvanlar ölürken,  Yasayı değiştirirler. Yeni 7. Maddeye göre; “Hayvanlar ‘sebepsiz' yere öldürülemez”.
İnsanlar yeniden saldırır, çiftlik harap haldedir, hayvanların çoğu ölmüştür. Domuzlar kıyafetler giyip, içkiler içip çiftlik zaferi kutlarlar..
Yıllar geçer. Kalan hayvanlar mutludur, domuzlar iki ayak üzerinde yürümeye başlamış. Artık ‘insanlar'la ‘domuzlar'ı ayırt etmek mümkün değildir. İşte bu masal böyle biter. Çok tanıdık geldi değil mi sizede.Eğer George Orwell  Hayvan Çiftliği ni okumadığsanız mutlaka okuyun 

26 Mart 2014 Çarşamba

Eskişehir Parkları

Eskişehir müzelerinden bahsedipte şehrin insanlarının yaşam alanı olan parklarından bahsetmezsem olmaz işte Eskişehir parkları karşınızda...
Şehrin önemli parklarından biri olan Sazova Bilim, Kültür ve Sanat Parkı, gölet, Masal şatosu, bilim merkezi, uzay evi, amfi tiyatro, oyun grupları, gezi alanlarıyla çocuklu aileler için ideal bir yaşam alanı, sadece çocuklar için mi hayır Eskişehir halkı içinde çeşitli alanların yaratıldığı bir park.
Sazova Parkı’nı turistik bir park haline getiren yapılar ise Masal Şatosu ve Korsan Gemisi. Masal Şatosu İlk bakışta Disneyland’ın şatosunu  anımsatsada yapı Türkiye’nin ünlü eserlerinden birçok önemli kule ve minarenin mimarisinden esinti taşıyor.

İçerisinde kafeteryası, hediyelik dükkanları ve masal kahramanları bulunan şato 3 Mart tarihi itibariyle hizmete açılmış. Yakın zamanda hizmete açıldığı için içerisinde küçük çaplı bir izdaham yaşanıyordu. Yüksek merdivenli Kuleye çocuklarının pusetleriyle çıkan aileler ve meraklı yaşlı dede ve nineler Kuleyi tırmanmaktan hiç hoşnut değildi ki ben bile o izdihamda  daracık merdivenleri inip çıkarken  zorlandım.
Parkta çocukların ilgi gösterdiği bir diğer bölüm ise Korsan gemisinin icini dilerseniz gezebilirsiniz.Geminin bilet fiyatları ise, yetişkinler  1 TL, çocuklar ise 50 Kuruş  Ayrıca Sazaova Parkı’nda Sabancı sponsorluğunda yapılan Uzay Evinde Nasa bağlantılı görüntüler izleyebiliyor deneyler yapabiliyorsunuz.
Kent Park
Eskişehir’ diğer bir park alanı  Kentpark Sazova ile kıyaslarsak sakin ve yürüyüş yapmak için ideal bir park. Parkın bu kadar popüler bir nokta olmasının sebebi ise Türkiye’deki ilk yapay plajın buraya yapılmış olması
Yapay plaj dışında Kentpark’ta iki adet açık yüzme havuzu, bir adet kapalı yarı olimpik yüzme havuzu, çocuklar için oyun grupları, ve bir şeyler atıştırabileceğiniz kafe ve restoranlar ve tartar yüzeyden oluşan yürüyüş alanları da bulunuyor.
Parklardan bahsedip Eskişehirin simgesi Porsuk Çayından bahsetmemek olmaz. Porsuk Çayı şehri boylu boyunca ikiye bölüyor. Üzerinde Eskişehir'in plakasının 26 olmasından dolayı, 26 köprü bulunuyor. Bu köprüler Amsterdam kanallarındaki köprülerden esintiler taşırken, Porsuk çayı ise Venedik kanallarını aratmıyor. Porsuk Çayı etrafında, onlarca kafe, fast food restoranı ve eğlence mekanı bulunuyor. Şehirdeki yoğun öğrenci nüfusunun en çok hissedildiği yer olan bu Çay üzerinde Esbot adı verilen ufak botlar ile de tur atabilirsiniz. Bot turlarında bilet kişi başı 1.5 TL.

Eskişehirde neler yiyebilirseniz 
Eskişehir’in en ünlü yemekleri arasında Çibörek ve Balaban Köfte bulunuyor. Balaban Köfte, minik minik kesilen pide parçalarının et suyu ile hazırlanıp, üzerine yoğurt ,sos ve tereyağın eklenmesinin ardından ızgarada pişirilen balaban köftelerin de tabağa eklenmesi ile servis edilen bir yemek. 
Çibörek ise adını Kıpçak lehçesinde “lezzetli” anlamına gelen “Çi”den alıyor Rehberimiz Çiğbörek değil  Çibörek diye düzeltmesiyle yanlış bir bilgiyide düzeltmiş oldum. Çibörek Eskişehir’e ilk yerleşen Tatar ve Kırım kültürünün eseri Yarım ay şeklinde açılan yufkaya eklenen kıyma, soğan ve baharat karışımının yağda kızartılması ile yapılıyor 
Eskişehir’in Anadoludaki Avrupalı şehrimiz gönül isterki  Anadolunun diğer şehirleride benzer gelişmişlik seviyesinde olsun.
Anadolunun bu güzel şehri gezilmeye değer...
Sevgiler
 

25 Mart 2014 Salı

Eskişehir Müzeleri


 
Herkese Merhaba!
Bugünkü yazımda Eskişehir tarihi Odunpazarı evlerinin içerisinde bulunan iki çağdaş  müzeden bahsedeceğim. İlki, “Madam Tussaud”  müzesini aratmayan Türkiye 'deki ilk örneği 'Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykeller Müzesi' diğeri ise, yine aynı bölgede yer alan Eskişehir Çağdaş Cam Sanatları Müzesi ve Lületaşı müzesi olacaktır.
'Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykeller Müzesi'
Yılmaz Büyükerşen kendi elleriyle yaptığı 160 balmumundan oluşan bu müze.Türkiyenin  ilk  Balmumu Heykelleri Müzesidir. Müze 5 bölümden oluşuyor
ilk salonda  Atatürk ve silah arkadaşları, Atatürk’ün ailesi, cam bölmeler içerisinde bizi karşılarken ikinci bölümde Kemal Sunal, İbrahim Tatlıses, Barış Manço, bizi karşılıyor.
Madam Tussaud Müzesi'nden farkı çoğu heykeli camekan içerisinden görebilsekte, heykeller bazıları gerçekçilik ve canlılıkta Madam Tussaud”  müzesini aratmıyor.  Bazı bölümlerde müze görevlilerince çekilen fotoğrafların geliri engelliler ile kız çocuklarına bağışlanıyor
Ziyaret Saatleri : Hafta içi 10:00-12:30 ve 14:00-17:00 saatleri arasındaHafta Sonu : 10:00-12:30 ve 14:00-17:00 saatleri arasında gezebilirsiniz.Giriş Ücreti Tam bilet : 3 TLİndirimli bilet : 1.50 TLMüze geliri engelli vatandaşlarımız ile kız çocuklarımız için harcanıyor.
Eskişehir Çağdaş Cam Sanatları Müzesi
2007 Yılında hizmete açılan müze üç tarihi evin restore edilmesiyle oluşan bina içinde yer almaktadır Çağdaş Cam Sanatları Müzesi Atatürk Caddesi üzerinde bulunur. Müzenin dışarıdan görünüşü Osmanlevini anımsatmaktadır

Çağdaş Cam Sanatları Müzesi Eskişehir’in ilk ve en merkezi yerleşim alanlarından birinde bulunur.

İçeri girdiğinizde sergi salonlarında ve koridorlarda bir birinden nadide cam eserle sizbeklemektedir









 
Çağdaş Cam Sanatları Müzesi içinde  klasik ve postmodern eserler bulunmaktadır.  
Tramvayla buraya ulaşmak için “Atatürk Lisesi” durağında inilmeli ve bir kaç dakika yürünmelidir. Otobüslerin çoğu da buradan geçmektedir. Girişin ücretsiz olduğu müzeyi pazartesi günleri haricinde haftanın her günü 10.00 ve 19.00 saatleri arasında ücretsiz olarak ziyaret edebilirsiniz.
Lületaşı Müzesi

Eskişehir Sanatları Çarşısı‘nda başta Lületaşı olmak üzere hat, ebru, tezhib, kilim, halı dokumacılığı ve gümüş işlemeciliği gibi el sanatları yapılıyor ve satılıyor. Çarşı içerisindeki sanatçıların izniyle minik atölyelerin ziyaret edebiliyorsunuz 
Müze girişi ücretsiz. Müzede, Türkiye’de yalnızca Eskişehir’de çıkan lületaşı madeni hakkında bir çok bilgi ve eser bulabilirsiniz. Müzede zaman zaman ücretsiz kısa ney dinletileri yapılıyor, bizim şansımıza o günü ney konseri eşliğinde müzeyi gezme fırsatı elde etti
Müzelerin hemen karşısında şehrin bir diğer turistik noktası olan Atlıhan El Sanatları Çarşısı bulunuyor.
2 katlı çarşı içindeki dükkanlarda başta lületaşından yapılmış eşyalar olmak üzere Eskişehir’e özgü hediyelikler satınalabileceğiz bir yer.
Odunpazarı bölgesi, müzeleri  daracık sokakları, bahçeli evleri, çeşmeleri ve ufak meydanları ile sizi günümüzden alıp geçmişe yolculuğa çıkartacak çok güzel bir yer.
Eskişehir bir şehrin, şehircilik düzenlemesinin doğru planlanmasıyla nasıl turistik bir şehire dönüştürülebileceğini gösteren örnek Anadolu şehri. Umarım diğer Anadolu şehirlerimizde kültür sanat ve şehircilik anlamında benzer gelişmişlik seviyesine erişir.

18 Mart 2014 Salı

Bir Kitap Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında /Haruki Murakami

Haruki Murakami’yi keşfedeli çok fazla olmadı iş yerine, 2  kiloluk kitabını hergün  üşenmeden taşıyan arkadaşım sayesinde tanıdım. Hangi kitabından bahsettiğimi  tahmin etmişsinizdir. 1Q84 den bahsediyorum. 1Q84 kalın cildine rağmen her gün üşenmeden taşınıyorsa oldukça ilginç bir kitap ve yazarla karşılaştım diye düşündüm sonrasında, Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında - Haruki Murakami okuyarak yazarı tanıma yolculuğuna başladım ve ne mutlu ki  yanılmadım.
Evet bugün size Uzak Doğulu yazar Haruki Murakinin “Güneyinde Güneşin Batısında” kitabından bahsedeceğim.Kitapla ilgi paylaşımda bulunmadan önce size uzak doğulu yazarımız Haruki Murakami’den kısaca bahsetmek istiyorum çünkü yazar kitaplarında kendi hayatından parça taşıyor.  Murakami,  Aynı Palahniunk gibi yazar olarak doğan ama kariyerine yazar olarak başlamayanlardan. Yirmibeş yaşında bir caz bar açan, Murakami’nin işi, bir bar işletmeciliği olmuş olsada  ve barını  kapattıktan sonra  gece geç saatlerde,  küçük mutfağında romanlarını yazarmış. 10 yıl bu rutini sürdüren, Maruki 35 yaşına geldiğinde artık sadece yazmalıyım demiş ve barını kapatmış. İşte o gün bugündür Haruki hayatı deneyimliyor bir yandanda romanları aracılığla bizlerle paylaşıyor. Çok iyi bir gözlemci  olan, Maruki psikologluk yapmıyor olduğu gibi sade bir dille kurguyu anlatıyor ve Maruki günümüzün en önemli roman yazarlarından biri olarak kabul ediliyor.Kısa bir girişle  yazarımıza değindikten sonra kitabımıza gelirsek. “Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında” kitabı 187 sayfalık sade bir kitap,  ben bu kitabı bir akşam uyumadan  bir saat önce yarısını, ertesi günüde diğer yarısını okuyarak iki günde bitirdim. Yani kısaca bir günden daha kısa süre içinde bitebilen bir kitap.  Daha en başından, tek çocukların dünyaya bakışını çok içten bir şekilde özetleyerek ilk sayfalardan gönlümü çeldi. Kitabı okurken Borusan Klasik Dinleyerek Muzikal bir kitap okuduğum hissiyatına sahip oldum.  Kitap günlük hayattan bahseden klasik roman kurgusuna rağmen  bir erkeğin  duygusal dünyasına dalış yapan ve şeklinden beklenmeyecek bir derinliğe sahip olmasıyla şaşırttan bir kitap. Okuduğuma pişman olmadım. Merak edenler için denenmeye değer. 1Q84 e gelince sanırım onu okumak için sırada bekleyen daha çok kitap var.
Bu kitaptan sonra sırada Tristan Hawkins’in  İSİS kitabı var. İsis, Tristan Hawkins’in ilk romanı bir “dibe vurma” öyküsü...
P.S kitabın ortalarına geldiğinizde Bach- Cello Suite No.1 eşliğinde kahvenizle , gözlerinizi kapayın bir süre müziğe kulak verin işte o noktada kendinizi ve Hacime’yi düşünüp hissedin...
 “İnsanın, kaderi ve maddi dünya arasındaki gelgitlerini anlatan ve okuru kıskıvrak yakalayan bir eser. Akıllardan çıkmayacak.-The New York Observer
Kitaptan bir Müzik 
Nat King Cole- Pretend 
Pretend you’re happy when you’re blue It isn’t very hard to do.
 

10 Mart 2014 Pazartesi

İş hayatınızdaki Stresle Nasıl Başa Çıkıyorsunuz?

Klasik bir Beyaz yakalının çalışma ortamını biraz mizahi biraz da tığe alan bir dille yazdığım  Plaza İnsanları yazısına aldığım ciddi tepkiler sonrasında bu konu ile ilgili Ciddi bir yazı yazmaya karar verdim.
Arkadaşım Ceren şu günlerde ” Gün içinde yaşayacaklarımı düşününce her sabah yataktarn kalkmak istemiyorum.  Trafik, toplantılar, alışveriş, yemek, uykusuz bir gece ve yorgun uyanılan başka bir gün. Bunları ne için yapıyorum reting ölçümlerinde A+ plus izleyici kitlesine girmemi sağlayan maaş bordrosu için mi?” diyor ve artık hiç birşeyin onu mutlu edemediğini ekliyor. Asılında bakarsak Ceren çokuluslu bir şirketin Marketing bölümünde iyi bir “title” ve  doygun ücretle çalışıyor. Dışardan çizdiği çerçeveden, Mutsuz olması için bir sebep yok gibi gözüküyor. Ama işin asıl hiç öyle değil ve Ceren gibi birçok beyaz yakalı benzer mutsuzluk içinde olabiliyor.
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun verilerine göre 2008 yılında 16 milyon antidepresan satışı yapılırkan 2012 yılında bu rakam 25 milyona çıkmış bulunuyor. 75 Milyon nufüsa sahip bir ülkede demek oluyor ki;  her üç kişiden biri antidepresan kullanıyor.
Televizyonda haber izlerken içi daralmayan kaç insan var? Hayatımızı idame ettirmek adına 9 saatimizi geçirdiğimiz iş ortamına, dair Uzun saatler boyunca çalışmak, net bir çerçevede belirlenmemiş iş tanımı, gürültü, özel alanınızın azlığı, kötü havalandırma az ışık, sağlıksız imkanlar stres yaratan bir çok faktörde stres seviyemizi artırmakta yeterli.
Çoğu İşveren İşveren çalışma ortamını ileştirmek adına resting room, aktivite odaları oluşturuyor çalışanları hem motive etmek hemde kaynaştırmak amacıyla klüp etkinliklerinde bulunuyor. Ve çalışanlar iş ortamında desarj olması sağlanıyor. Esnek çalışma saatleri, Happy hour aktiviteleri yine çalışan stresini azaltmak amacıyla yapılan aktivetelerden sayılabiliyor. Bunlar tek başına yeterli olup olmaması tartışmalı olsada çalışma ortamını iyileştirmek adına verim artırıcı uygulamalar diyebiliriz.
İş hayatında Stresle başa çıkabilmek adına yapılan anketlerde Çalışanlar  (Secret CV ANKET) verdiği cevaba göre  iş hayatında ki stresle şu şekilde başa çıkıyorlar;
%32 Arkadaş ve Ailesiyle Dertleşerek
%23 Kültürel ve Sosyal Aktivitelerle
%12 İş yerini değiştirerek
Ve %21 kısmı İse başa çıkamıyor.
Peki Sizler İş hayatınızdaki Stresle nasıl Başa çıkıyorsunuz? Sevgiler Esra T.

9 Mart 2014 Pazar

Limón Dance Company


Merhaba Modern Dans Severleri Buraya alalım!
Bugün size dün akşam katıldığım bir etkinlikten bahsedeceğim.
Program içeriği,  ''There Is A Time-Etude-Chaconne-Come With Me'' dan oluşuyordu
Bach'ın muhteşem bestesi 'Chaconne', sahnede vücut bulduğu bu dans gösterisine tam anlamıyla klasik ve modern figürler sentezi denilebilir.
Michelangelo'nun imgelerinin ya da Bach'ın müziğinin dans ettiği gibi bir insan da dans edebilir," diyen José Limón'un kurduğu bir dans topluluğu olan  Limón Dance Company yarım asırlık bir tarihe sahip. Ülkemizde ise ilk gösterisi ni 7-8 Mart Tarihlerinde İş Sanat Kulelirnde sergiledi. Amerikalı dans topluluğun karegrofileri, klasik yapıtların günümüz figürlerine uyarlanması temasıyla şekilleniyor.
Is sanat yine güzel bir etkinliğe ev sahipliği yapti Teşekkürler!
Herkese Sanat Dolu günler dilerim.
Adiós!

8 Mart 2014 Cumartesi

Dünya Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun!

Yok aslında hiç birimizin birbirimizden farkımız, Kimileri savunsada hayat tercihlerinden ibarettir. Bir noktaya kadar öyledir. Ancak çoğu zamanda bize verilenler içinden bir tercih yapmaktır Hayat.
"Life gives lemon Let's makes lemonada"
Hiç birbirimiz eşit şartlarda yaşam yolculuğuna başlamadık. Ve hepimizin kader yolu farklı ilerledi.
Y kromozonu ile dünyaya gelenlere erkek X çokluğu yaşayanlara kadın dedik. Kimimiz tarlada dünyaya açtık gözlerimizi kimimiz özel bir hastanede...
Dünyaya geldikten sonra bütün insanların, yolculuğu başladı bizden öncekiler çalıştı savundu daha güzel bir Dünya  bırakabilmek için. 
Bazende güzellikler oluşturmaya çalışırken Dünyanın dengesini bozuk ama hepimizin niyeti aslında hep aynıydi...
İYİ niyetliydik.
Hepimiz kendi bütünlüğümüzü korumanın, birşeyler üretmenim peşindeyiz. 
Kadın olmak, İşçi olmak, Erkek olmak, Homoseksüel olmak, Beyaz yaka çalışanı olmak, Mavi yaka çalışanı olmak, Home-ofis çalışanı olmak yok hiçbirinin birbirinden farkı...
farklılıklari dışlamadan, ötekileştirmeden, eleştirmeden, kucaklayinca ANLAMLI DÜNYA...
P.S.Bu arada geçen buradaki yazımda bahsettiğim Keçe hediyelerim geldi ve bende Bir İPAD kılıfı oluşturdum. 
Teşekkür ederim www.hobinisat.com  
Sevgiler :)

5 Mart 2014 Çarşamba

Lev Tolstoy


“İnsan kendi çabasıyla değil, sevgi ile yaşar”  Tolstoy’un İnsan Ne ile yaşar sorusunun esas cevabı.
Zengin olarak Dünyaya gelen, Fakir olarak bir tren Garında Zatüreden ölen Tolstoy, Hayatı boyunca yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalıştı.
Marksizm'den etkilenen ve  mülkiyet konusundaki  düşüncesi nedeniyle bütün servetini köylülere dağıttı, onlar gibi yaşamaya başladı. "tanrının egemenliği içimizdedir" kitabı sonrası  Kilise  tarafından aforoz edildi. Aydınlık bir hayat yaşamadı ama ruhu o kadar büyük bir ışığa sahip ki 105 sene sonrasında bile, hala hayatımızda...

1 Mart 2014 Cumartesi

Bir deneme Kitabı olarak "Aret Vartayan Gerçekten Yaşıyor musun?"

"Sana karşı dürüst olacağım.
Bugüne kadar herkes sana bir şeyler anlatmaya çalıştı. Ailen, öğretmenlerin, toplum, gazeteler, kitaplar... Sana nasıl yaşaman gerektiğini anlattılar, ne yapman gerektiğini ve kim olduğunu.
Sen fazla bir şey istemedin aslında... Mutlu, başarılı olmak, sevmek, sevilmek, hayallerini yaşamak, kendini değerli hissetmek... Yaşadıklarınla, zamanla, ruhun, zihnin karıştı. Artık sana anlatılanlara da ruhun doydu.
Ben de çok sıkıldım. Mutluluk için, başarı için, kendim olmak için bana sürekli vaatlerde bulunan kitaplardan, seminerlerden, kurallardan, öğretilerden...
Yıllarca yol aldım, oradan oraya sürüklendim... Sonunda cümleleri topladım. Ve elinde tuttuğun sayfalara taşıdım.
İnsanlara karıştım, gözlerine baktım, yüreklerinde yer buldum. Sorum aynıydı, "Gerçekten yaşıyor musun? Yoksa sadece nefes mi alıyorsun?"
Aret Vartayan Gerçekten Yaşıyor musun? kitabının arka sayfasından alıntıdır.
Gerçekten Yaşıyor musun kitabı herkese hayatında zaman zaman  mutsuz  olduğu gerçeğini süslemeden sunuyor. Zaten kişisel gelişim kitaplarının bu kadar yaygın olmasının nedeni de, bu değil mi zayıflıklarımıza karşı, farkındalık, kazandırıp kabullendirmek değil mi ki
Bir Erkek yazarın kaleminden, samimi bir deneme kitabı...
Herkesin bildiği bu gerçekleri sesli düşünmesi sonucu ortaya çıkmış modern deneme yazısı...