23 Aralık 2014 Salı

Madrid

Herkese merhaba uzun zamandır bloğu ihmal ettiğim doğrudur çünkü buralarda değildim. Yeni yerleri keşfetmek için yollardaydım bir sürü malzemeyi cebimde biriktirdim ve size geldim.
Eğer sizde hazırsanız gezi yazıları günlüğüne kaldığımız yerden başlayabiliriz. Bu seferdeki rotamız Madrid-Zaragoza-Barcelona’ydı. Ben elimden geldiğince günlük düzene uyarak anlatmaya çalışacağım lakin, ben bu sefer hangi gün nereye gittik neler yaptık biraz karıştırdım. İşte Başlıyoruz… 

İlk rotamız Madrid
Sabahın erken saatlerinden Sabiha Gökçende yerlerimiz aldık. Check-in işlemleri sonrasında  uçağa bindik yaklaşık 4 saat süren uçuş sonrası Madrid Barajas Hava alanına varmıştık.  Madrid’de üç tane hava alanını bulunuyor. Hava alanlarının hemen önünden Madrid’in kalbine giden Aerobus’a binip ulaşılabiliyor.
Madrid’i ilk başta yürüyerek keşfetmenizi öneririm. Çünkü Metrolar sıkışık kalabalık ve sıcak ayrıca Madrid hırsızlılarıyla meşhur ve bu olayların çoğunluğu da metrolar da gerçekleşiyor dikkatli olmakta fayda var.
Bu noktada Puerta del Sol meydanından başlamak iyi bir seçim olabilir. Bu meydanda yer alan Madrid’in resmi sembolü El Oso y el Madroño (Ayı ve Çilek Ağacı) heykelini göreceksiniz. Burası aynı zamanda 0 noktası olarak geçiyor. Meydanın isim kelime anlamı: “Doğuya yönelik kapı, yükselen güneş”. Burası ilk yapıldığında: yani 15’nci  yüzyılda, burada,  şehir surlarında bir kapı bulunuyormuş. Meydanda ismini bu kapıdan almış.
Buradan rotanızı, birkaç dakikalık yürüyüş mesafesindeki, şehrin ana meydanı Plaza Mayor’a çevirebilirsiniz.  
Biz öyle yaptık. Şehrin önemli turistik meydanlarından biri olduğundan burada çeşitli kafe, restoran veya hediyelik eşya dükkanıyla karışılacaksınız ve  burada 3 Euro’ya kalamar ekmek yiyebilirsiniz. Biz İspanya gezimizde Deniz ürünlerinde doyduk. Bolca deniz ürünü tüketmenin en büyük dezavantajı kolesterolü attırıcı etkisi. İspanya halkı haftasonları Toledo’nun yokuş parkurunda  koşmalarından dolayı bu parkurun adı da Kolestrol Yolu olarak anılıyormuş. Toledo gezisi başlı başına ayrı bir yazı konusu biz Madrid şehir merkezine kaldığımız yerden devam edelim.


Plaza Mayor’dan sonra hemen yanında yer alan, şehrin en eski çarşılarından olan Mercado de San Miguel’e uğramadan geçmeyin.
Buradaki dükkânlarda meyve, deniz ürünü, şarküteri, tapas, şarap bulabileceğiniz gibi, dükkânlardan aldığınız ürünleri hemen çarşının ortasında yer alan barlarda oturup yiyebilirsiniz.
 Yılbaşına az kalması dolayısıyla bu çarşı rengarek büyüleyiciydi.
Plaza Mayor yakınlarında ki Opera istasyonun hemen arkasında şehrin opera salonu bulunuyor Burası ilk yapıldığında, Plaza de Oriente meydanında, saray çamaşırhanesinin bulunduğu yere inşa edilmiş.  Daha sonralarda savaş sırasında, burası barut deposu olarak kullanılmış.
Opera binasının en büyük özelliklerinden biri de: içinde, özel bir havalandırma sistemi bulunması, 21 derece sıcaklıktaki bir ortamda, beyinlerinin en verimli şekilde çalıştığı inancıyla burası 21 dereceye sabit ayarlanmış.
Opera binasını gördükten sonra: Plaza de Oriente meydanına doğru yürüyünce kraliyet sarayını göreceksiniz. Aslında, günümüzde, İspanya kralı burada yaşamıyor.
Bu sarayın bir diğer ismi: Alcazar. Yani: hisar. Bu yapı Mudejar tarzıyla inşa edilmiş. Mudejar tarzını kısaca anlatacak olursam,  İspanya tarihinde, Romalıların uzun süre, bu toprakları yönettiğini biliyorsuz. Daha sonra, Hristiyanlık bu topraklarda yayılıyor. Yaklaşık 400 yılda Araplar bu topraklara kültürlerini ekiyor yani kısacası bu toppraklar çok kültürlü bir mozaik.  El sanatı olarak hem İslam, hem Yahudi ve hem de Hristiyan özellikleri taşıyan, mimari stile: Mudejar tarzı deniliyor ve bu yapılardan biride Alcazar.
Bu kadar yürüyüşün ardından, Madrid’in en işlek meydanlarından Plaza de Espana’ya giderek Cervantes ulaşıyoruz. Buradaki anıtta: üstte Cervantes, oturmuş olarak betimlenmiş. Altında ise, onun hayal kahramanları Don Kişot ve yardımcısının heykelleri görülüyor. Hemen ön taraflarında, küçük bir havuz, arka tarafta ise yine bir havuz var. Burada fotoğraflarımızı çekiyoruz mevsim yaz olduğunda İspanyollar burda güneşlenip kitaplarını okuyormuş. Aylardan Aralık olunca biz bunlarına hiç birini yapamadık zaten parkta turistler dışında da bomboştu.
Son olarak saat 18:00 den sonra ücretsiz girişi olan Proda müzesini ziyaret edebilirsiniz. Madrid’e gelip bu müzeyi pas geçmek, Paris’e gidip Louvre müzesini görmezden gelmekle aynıdır. Bu müze başlı başına yazılmak için ayrı bir konudur. Bu yüzden bir sonraki yazımda detaylarıyla anlatacağım.
Proda  müzesinde görüşmek üzere…