24 Aralık 2015 Perşembe

Sersem Kocanın Kurnaz Karısı


Dün akşam Sersem Kocanın Kurnaz karısı oyunu ile Devlet tiyatrolarında bu seon için ilk oyun açılışını yapmış oldum. Alkış ve ara dâhil 1 saat 40 dakika süren bir oyundu.


Oyun ile ilgili oyuna gitmeden önce yorum okumadım ancak sonrasında okuduğumda çok olumsuz yorumlarla karşılaştım benim şahsi görüşüm ben oyunu beğendim çok ta eğlendim . Bir kere tiyatro izlemek başlı başına bir keyif böyle düşündüğüm için çok kötü olmadıkça hiçbir oyun benim için sıkıcı olamaz genelde tek kişilik oyunları sıkıcı bulurum.

Olumsuz yorumları anlamaya çalıştığımda ilk perdede Osmanlıcanın ve ermeni ağzının yoğun kullanımından dolayı söylenilenlerin çoğu anlaşılmıyor. İkinci perdede, oyun içinde oyunun "daha bizden" bir formatta sahnelenmesiyle oyun hareketleniyor ve yavaştan içine çekmeye başlıyor.

Ve sonu ile vurucu bir kapanış yapıyor.
Yer yer öğretici, yer yer dramatik ve yer yer komik olan bu oyun tiyatro tarihimize değinmesinden ötürü izlenmeli.  Haldun Taner’ e ait bu metinde Üstat, tiyatro sanatının gayrimüslim üstatlarına saygıda bulunmuş.

29 Kasım 2015 Pazar

Moskova'da Yanlış Anlama


J. P. Sartre'nin sevgilisi Simone De Beauvoir Yapı Kredi Yayınlarından çıkan Moskova'da Yanlış Anlama  incecik kolay akan bir anlatı Moskova'da Yanlış Anlama.  Varoluşçuluk  akımım temsilcilerinden biri olan Beauvoir Moskova'da Yanlış Anlama eserinde gözlem ve varoluşçuluk üzerine yaptığı tespitlerle etkileyici bir eser çıkartmış. 
Moskova'da Yanlış Anlama, yaşlanma yolunda emekli bir çift olan André ve Nicole'ün, Sovyetler Birliği'ne yaptıkları seyahat esnasında yaşadıkları yanlış anlamayla içine girdikleri kriz etrafında gelişiyor. Moskova'da Yanlış Anlama Çiftin bakış açılarını sekanslar halinde sıralıyor. Moskova'da Yanlış Anlama Politik bir bakış açısından, kadının duygusal bakış açısına olan geçişli bir anlatıyı dengeli  biçimde ilerletiyor. İncecik keyifli anlatı pazar günü kahvaltı/ gazete sonrası çok iyi gider.

17 Kasım 2015 Salı

Nietzsche Ağladığında Irvın Yalom

90'lı yıllara damgasını vurmuş bir kitap vardır ki , döneminde yayına çıktığında psikoloji felsefeye ilgi duysun duymasın okuyan herkesi derinden sarsmıştır. Yıllar geçse de üzerinden etkisini dalga dalga sürdüren bu eser,  kült eserler kategorisinde çoktan yerini almıştır.
Kütüphanenin tozlu raflarını karıştırırken 1998 yılında 4.Baskısı yapılmış Irvın Yalom'un bu meşhur eserini gördüm aslında çok aşinaydı kapağı, çünkü daha önce kaç kez karşılaşmıştım kendisiyle... 20 yıla yakın Kütüphanede yer alan bu eseri elime aldım ve  tozlu sayfalarını silkeleyip okumaya başladım. O günden sonra bitmesin diye gıdım gıdım okudum. Her okuma sonrası içime işlesin diye, içime döndüm ve sordum; “Ne kadar özgürüm?” “Özgürlüğümü satın aldığımı sanırken aslında köleliğimizi satın alıyorum?” “Mutluluğu koşula bağlayan bu öğretiler yoksa bana mutsuzluğu mu öğretti” Kitap iki ana karakterin karşılıklı sohbetleri üzerinden ilerliyor.  Dr.Breuer,tüm Avrupa'nın tanıdığı önemli bir doktor ve şöhretinin doruğundadır. Nietzche ise evliliği bir tutsaklık olarak gören toplumun dayattığı her şeyi ret ederek yaşadığında özgür olacağına inan sıradan insan olmayı arzulayan bir sıra dışı hasta...

Nietzsche Ağladığında alıntılar...

Kişi en sonunda, arzu ettiği şeyi değil, arzusunu sever.
Evlilik ve ona eşlik eden mülkiyet ve kıskançlık, ruhu tutsak eder.
Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.

Anne Frank'ın Hatıra Defteri

Geçtiğimiz günlerde uzun zamandır merak edip bir türlü okuyamadığım Anne Frank günlüklerini okudum.Anne Frank’ın  savaşın tüm umutsuzluğu içinde, sığındığı tavan arasında yazdığı günlüğü, bir çocuğun savaşın içinde kendine yarattığı bir Dünyanın sade ve hüzünlü anılarından oluşuyor.
Takvim, 12 Haziran 1942 yılını gösterirken, Anne 14. Yaş gününde aldığı hediye “Günlüğü” anılarıyla doldurur. Bu günlük 14 Yaşında ki Anne’nın gözünden bu yıllara dair yaşanmışlıklardır. Anne bir gün gizlendiği sığınakta dinlediği radyo yayınında bu yıllara dair saklanan tüm günlüklerin kitaplaştırılacağını duyar bunun üzerine anılarını tekrar temize geçirerek saklar.Sığındığı sığınakta güneş görmeden, kendi Dünyasını yaratan, çocukluktan genç kızlığa geçiş bunalımlarını yaşayan bu esnada savaşın gerçekleriye büyümeye çalışan Anne savaşın bitmesine aylar kala bir aile dostlarının ihbarı üzerine basılır. Ablası ve Anne götürüldüğü Getto kampında Tifodan vefat eder aileden bir tek geriye baba, Otto Frank kalır ve Anne Frank’ın  hayalini gerçekleştirerek bu anıları kitaplaştırır ve gelirinide kurulan vakfa aktarılır.
Bir savaş ailesi olan Franklar,  “1929 Büyük Buhran”dan 5 sene sonra  Hollanda’ya yerleşir.  Yahudilerin kendi işlerini kurup  işletmelerinin  yasak olduğu Hitler döneminde ,  baba Otto Frank işlerinin başına yakın bir dostunu geçirir. Temmuz 1942'de işaretlenen Anne Frank ve ailesi daha sonradan dahil olan Van Daan ailesi be dişhekimi Dussel ile birlikte Amsterdam’da bir ofisin gizli bölmesinde 2 yıl boyunca  saklanarak yaşarlar. Anne  günlük hayatını yaşadıklarını çocuk saflığında umut dolu kaleme alır. Kitap ile ilgili okumak isteyenlere saygısızlık yapmamak adına çok birşey söylemek istemiyorum. Ancak Kitabın son sayfasını kapattığınızda,  okuduğunuz tüm hikayeleri ve o dönemde yaşanan çirkinlikleri düşündüğünüzde, bir çocuğun genç kızlığa adım atarken savaşı yorumlaşı masumluğu ve dünyaya hasret kalan gerçeği sizi uzunca bir süre etkisi altına alıyor.  

P.S.Günümüzde Anne ve ailesinin sığındığı o ev müze olarak hizmet veriyor kısacıkta olsa o daracık odada o yıllarda yaşamanın ne olduğunu yaşamanın sizide etkileyeceğinden eminim. Ayrıca, Amsterdam’daki Madam Taussod Müzesinde de  Anne Frank’ın anısına bir balmumu heykeli bulunuyor.
Bu kitap sonrası mini bir görüş: Hiçbir Çocuk masal hikayelerinden başka hiç bir kitaba, yakışmıyor.Anne Frank ile ilgili detaylı bilgi için tıktık 

Louvre Müzesi


Louvre Müzesi, ister sanatsever olun ister olmayın Paris geldiyseniz boyunca mutlaka ziyaret etmeniz gereken noktalardan birisi...
Louvre Müzesi 35.000 yakın esere ev sahipliği yapıyor ancak  tek özelliği dünyanın en önemli tarihi sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapması değil, Louvre binası aynı zamanda Paris’in de en büyük saraylarından da biri olma özelliğine sahip.  Louvre tarihi Ortaçağ’a kadar uzansana müzeye dönüştürülmesi Fransız ihtilalinden sonrasına dayanıyor.
 Louvre Müzesi’nin danışma masasından,  planları aldıktan sonra bu müzenin kanatlarını gezmeye başladık. Louvre Müzesi’nde 3 adet kanat bulunuyor. Bunlar: Richelieu Sully Kanadı ve Denon Kanadı  bir günde gezmek imkansız olsada denemeye çalıştık ve Richelieu’dan başladık ve gezimizin sonunu MonaLisa ile tamamladık. Louvre eşsiz bir koleksiyona sahip, koleksiyonda Fransız tabloları ve heykelleri, Antik Mısır ve Antik Yunan, Doğu ve İslam Sanatı, İtalyan tablo ve heykelleri ,  Flemenk tabloları, Objects d’art ve İslam sanatı yer alıyor.

Louvre Müzesi’nin Koleksiyonu
Müze içerisinde fotoğraf çekimi yasak değildi bu yüzden flaşsız bol bol fotoğraf çektik. Müzede sadece selfie çubuğu yasaktı .Müzedeki eserleri ayırt etmek mümkün değil ama özellikle önemsediğim tablolardan kısaca bahsetmek istiyorum.

Mona Lisa Tablosunun bulunduğu salon müzenin en kalabalık noktası eserin başında korumalar var ve esere bakmak için yanlızca 1 dakikanız var. Leonardo Da Vinci’nin bu ustalık eseri 1503-1506 yılları arasında 3 sene içinde tamamlanmış. kurşungeçirmez bir camın ardında sergilenen tablonun ardından Vermeer’in  Dantelci kız Tablosunun yanına doğru gidiyoruz.
Bu eser 17 YY da yapılmış beni etkileyen tablolardan biriydi. Rembranth çağdaşlarının eserleri beni özellikle büyülemiştir.Louvre müzesinde sınırlı eserle kalsamda , Amsterdam  Rijk Müzersinde bunlara doyma fırsatını elde ettim.
Louvre meşhur Cam Piramiti 1989 yılında yılından beri müzenin ana giriş kısmını oluşturuyor. I.M. Pei tarafından tasarlanan bu piramit paslanmaz çelikten ve 21 metre yükseklikte.


Louvre müzesini gezmek için bir hafta bile yetersiz sabah 9 dan akşam 6 ya kadar müzede mesai yaptık. Bir sonraki yazı Notredam Katedrali ve Paris Latin mahallesi…

Paris'i Yürüyerek Gezmek


Paris’i gezmek için merhaba dediğimiz bugün de gezi planımızı Paris’in Kuzeyinde başlamak üzere planladık. Metro haritamızı açtık gitmek istediğimiz noktaları işaretledik. Paris gezimiz boyunca hava hep kapalıydı. O gün de hava havalıydı çantama attım yağmurluğu ve Sibel'le yola koyulduk.
İlk rotamız Paris Ressamlar Tepesi diğer orijinal adıyla Montmartre Tepesi


Metro durağı olarak Anvers indik ve  Sacre Coeur yazısını gördükten sonra kalabalığın peşine takıldık. İnsanların inip çıktığı çok da yüksek olmayan bir yokuş sokaktan içeriye girdiğimizde etrafımız sağlı sollu "I Love Paris" yazan  hediyelik eşya dükkanlarıyla doluydu.
Dükkânları geçince yokuş sonunda beyaz dev bazilika Sacre Coeur karşıladı. Hemen altında merdivenlerde, çimenlerde yayılmış onlarca kişi çıktı karşımız biz buraya yürüyerek ulaşmayı tercih ettik ancak buraya beyaz-kırmızı, sarı-beyaz Montmartre treni veya füniküleri ile de ulaşabilir.
Sacre Coeur içini mutlaka gezin eşsiz fotoğraf kareleri yakalayacağınızdan eminim. Bazilikanın solundan  düz yürüdüğünüzde ise sağda restoran kapısı önünde çello çalan bir sokak müzisyeni, solda ise yeşillikler içinde kaybolan dik bir merdivenler.
 Biz öğle yemeğimizi burada  mis kokan pastaneden krep ile geçiştirdik ardından kahvemizi aldık Ve starbucks karşısındaki sokak müzisyenini dinledik.
Dönüş yoluna geçtiğimizde ağaçlı yoldan kahvelerimizle keyifle aşağıya indik ve parkta küçük bir mola verdik. 
Ressamlar tepesinden sonra yürümeye başladığımızda Paris’i tüm gün yürüyerek gezebileceğimizi tahmin etmemiştik.
Harita ile ara sokaklardan Zafer Takına doğru yürümüştük. Napolyon Bonapart, Austerlitz Savaşı’ndan sonra 1806 yılında Zafer Takı’nın yapılmasını emretmiş. Zafer Takı 30 yılda tamamlanmış. Zafer Takı gördüğümüzde anladık ki Şanzelize Caddesine gelmişiz.
Champs Élysé Zafer Takı’dan başlıyor ve Concorde Meydanı’na kadar 1.9 km boyunca devam ediyor.  Biz bu mesafeyi yürüyerek mağazalardan alışveriş yaparak tamamladıktan sonra Eiffel’e doğru yürümeye başladık.
Eiffel’e nasıl gideriz diye birkaç Fransız’a sorduğumuzda bize çıldırmış olmalısınız tepkisini verdiler ancak biz yine de yürüdük.
Kanallardan Eiffel’i gördüğümüzde yorgunluktan mutluyduk. O kadar yorulmuştuk ki Eiffel’in yarısına kadar çıkabildik.

Gelelim Eyfel Kulesi‘ne(Fransızca : Tour Eiffel). Fransa’nın simgesi Eyfel Kulesi 1887-1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları için düzenlenen Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiş. Üst bölümündeki antenle birlikte 324 metre uzunluğunda, 124 metre enindeymiş. 1889 yılındaki açılış tarihinden önceki 5 ayda 1,9 milyon kişi ziyaret edince, yıl sonuna kadar toplam masrafın 3/4’ü çıkartmış. 3.000 işçiyle 26 ay süren bir çalışmayla tamamlanmış. Parisliler Eyfel Kulesi’ni Demir Bayan olarak adlandıyorlar. İlk başlarda Gustave Eiffel, kulenin sadece 20 yıl kalması için müsaade almış. Ancak iletişim için çok uygun yüksekliği olduğundan kalmasına izin verilmiş.
Akşam saatlerine denk geldiğimiz içinde Eiffel’in ışıklandırmasınada tanık olduk. Yorucu bir günün sonunda son metroya yetişip otelimize döndük. Ertesi günü NotreDam ve Latin Mahallesi gezisi olacak…

Notre Dame Katedral'inden Paris Camisi'ne ve Quartier Latin


Bir sonraki gün Paris’te yapmak istediklerimizden ilk Notre Dame katedralini ziyaret etmekti. Bunun için sabah erkenden yola çıkmıştık. Ilk olarak metro haritasını açtık keşişim noktalarından ineceğimiz durağı tespit ettik, line olarak 4 nolu metro hattını kullanmamız gerektiğini anladıktan sonra Cite durağında inerek Fransız gotik mimarisinin en güzide örneği olarak bilinen Notre Dame Katedraline ulaştık.


Notre Dame Katedrali ilk gotik katedrallerden biri. Heykellerin ve işlemeli camların ortaçağ Roma mimari üslubundan sonra pek görülmemiş bir dünyevilik içeriyor bu özelliğinden dolayı bu katedral natüralizm akımının temsili.
Turistler açısından popüler bir yer olmasının sabah ilk durağımız olmasına neden oldu.

Katedral Roma Katolik katedrali olarakta kullanılıyor ve Paris başpiskoposluğuna ev sahipliği yapıyor.
19. yüzyıl başlarında Paris şehir planlamacıları katedralin bakımsızlığından ötürü katedrali yıktırmak istemişler.
Fransız yazar Victor Hugo, halkın ilgisini çekmek için Notre Dame’ın Kamburu adlı romanını yazmış ve katedralin kurtarılması için kampanya başlatılmasını sağlamış ve  kampanya hala devam ediyor.

Katedrali gezip Kuleye çıktıktan sonra yönümüzü Paris’in büyük Camisine çeviriyoruz. Quartier Latin mahallesinde bulunan camiyi gezdiğimizde Latin mahallesini de gezmiş olacağız.
Grande Mosquée de Paris Fransa’da inşa edilmiş ilk cami olmasının yansıra Avrupa’nın en büyük camisidir. 1926 Yılında yapımı tamamlanan Cami’ye Mustafa Kemal, “Bizim de çorbada tuzumuz bulunsun” diyerek yapımından 1938 yılına kadar her yıl onar bin frank para göndermiştir.
Caminin içi ve dışı eşsiz bir işleme ve mermer sanatıyla bezenmiş. Camii'den ayrıldıktan sonra Latin Mahallesinde bulunan caminin etrafını gezmeye başlıyoruz.

Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir ile varoluşçuluk hareketini başladığı Quartier Latin Mahallesi benim Paris’te en çok keyif aldığım noktalardan bir tanesidir.
Önce pazarı gezip yiyeceklerimizi aldık daha sonra mis gibi kokan kruvasanla kahvelerimizi alıp bütün gün burada keyifli sohbetlerimizi yaptık daha sonraki günlerde de Bu mahalle bizim ilk durağımızdı.

16 Eylül 2015 Çarşamba

Brüksel

Paris’ten sonraki durağımız çikolata kokan Brüksel’di. Paris üzerinden Brüksel’e otobüsle geçtik. Aslında öncesinde Megabus ile geçeriz diye düşündük. Paris kongre alanına bir gün önce geldik ve Megabus’ların kalktığı durağı bulduk orada öğrendik ki Paris üzerinden  planladığımız gibi Megabus ile Brüksel’e geçemiyoruz işte o gün ani bir karar ile otobüs firmalarını araştırdık.Otelimizde ki Adams’ın yardımları sonrası İDBus firmasından online biletlerimizi aldık.Yola çıktık ve yeşillikler içinden 5 saat süren yolculukta tüm yorgunluğa rağmen direndik yolu tamamladık. 
Brüksel’e vardığımızda metro ile şehir merkezine ulaştık. Otelimiz ünlü St. Catherina Katedralin arkasında oldukça merkeziydi. Tripadviser sayesinde bulduğumuz otelden oldukça memnun kaldık. Brüksel’de otel fiyatları diğer ünlü Avrupa şehirlerine oranla daha ekonomik seviyede olunca bizde güzel bir otel seçtik.
Otel’e eşyalarımızı bıraktık ve şehri keşfe çıktık. Gece geç saatlerde olmasına rağmen Avrupa’nın çoğu şehrine inat Brüksel ışıl ışıl ve her yer açıktı. Brüksel büyülendiğim şehirlerden biri oldu.



Tarihi boyunca birçok önemli olaya sahne olan Brüksel’in yükselişi Brabant Dükü’nün Brüksel’i başkent yapması ile başlamış. Şehir mimarisinin geliştiği zaman ise 15.yy civarı. 17. Yüzyıl sonlarında bombalanması ile acılı günlere geçiş yapmış. Günümüzde ise şehir Avrupa Birliği’nin birçok kurumuna ev sahipliği yapmakta.




Brüksel’de bütün turistik noktalar bir yerde toplanmış derli toplu. Gündüz keşfe başladığımızda tekrar Brüksel’in dünyaca ünlü Grand Place Meydanı, ilk noktamız oldu. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de yer alan bu meydan bence, Dünyanın en güzel meydanlarından.




Meydanda baya vakit geçirdikten sonra meydana çıkan dar sokaklardan birine dalıp balık lokantalarının olduğu bir sokaktan geçtik.
Dar sokakta sağlı-sollu olarak pek çok deniz ürünlerinin menülerde yer aldığı güzel restoranlar bulunmakta.

Belçika'da her adım başında bir çikolatacıya ve bira satılan yerlere rastlamanız mümkün. Brüksel’de çikolataya doyduk diyebiliriz.
Sanırım bu fotoğraflar çikolata şelaleri ve çikolataya doymuş bir yüzün en önemli bir özeti.
Bar-Gece kulübü olarak ise Guinness Rekorlar Kitabı'na en çok bira çeşidiyle giren "Delirium" u tavsiye ediliyor. Burada her şeyin birasını bulmak mümkün çilek bile. Bu arada Delirium'un her katı farklı bir bar olarak dizayn edilmiş.

Yine Meydana yakın konumda yer alan Manneken Pis (İşeyen Çocuk Heykeli) ise şehrin en önemli ve ünlü simgelerinden biri bizde bu noktaya doğru yol aldık.
Orijinal adında Manneken Pis olan bu heykel çeşme olarak tasarlanmış olup İngilizce'de Little Man Pee, Fransızca'da ise Le Petif Julien adıyla bilinmektedir.

61 santim boyunda yapılmış olan işeyen erkek çocuğu temalı çeşme, bir çok hikayesi bulunuyor ancak,  en yaygın hikaye Brüksel'de 1619 yılında kaybolmuş turist bir bebeğin, bahçenin birinde işerken bulunmasıdır. Tüccar babası çocuğun bulunmasıyla aramaya katılan Brüksel yerlilerini onurlandırmak için kente çocuğun tasviriyle çeşme yaptırmış ve şükranlarını sunmuş.

Brüksel'de zaman zaman kostüm giydirilen heykelin bugün yaklaşık 800 kadar giysisi bulunmaktadır. Denizci, esnaf, asker, süper kahraman, devlet adamı gibi kostümlerle Brüksel'i ziyaret eden turistlerin ülkelerini temsil eden kıyafetler de giyiyor ve Manneken Pis'in gün içerisinde kıyafetleri değiştiriliyor. Brüksel'da hatta Manneken Pis'in kıyafetlerinin sergilendiği bir müze de varmış.

Bu arada Brüksel'in waffle cenneti olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Şehir adeta çikolata ve waffle kokuyor. En güzel wafflecıların Manneken Pis heykelinin yanındakilerin olduğu tarafıma söylendiği için orda waffle yedik
Brüksel’e bu şirin patatesçiden patates yemek ayrı bir keyif oldu bizim için. Konukseverliği ve sempatik sunumuyla çok sevdik.

Brüksel sonrası Rotamız Amsterdam’a doğru uzanıyor.

7 Ağustos 2015 Cuma

Paris'le Başlayan Avrupa Seyahati


Yola Çıkın Gerisi Kolay…
Avrupa seyahatine başlamadan önce elimde sadece seyahate çıkma fikri vardı başka hiçbir planım yoktu. Her şey Atlas Havayollarından, iç hat uçuşundan daha ucuz olan bir uçak biletini bulmamla başladı. Paris- Charles de Gaulle diğer adıyla Roissy havaalanına İstanbul Atatürk’ten aktarmasız uçak biletini aldım.  Dönüş yolunda Almanya üzerinden belirledim. Ucuz bilet arayışıyla Köln’den uçak biletini de ayarlamıştım. Sonrasında 10-15 gün içinde nereleri bu hat üzerinde gezebilirim diye düşündüm. Paris-Brüksel-Brugge-Amsterdam-Berlin-Köln rotasını oluşturdum. A4 kâğıdına bu ülkelerde ne kadar süre kalmak istediğimi belirledim. Daha sonra planımdan bahsettiğim yol arkadaşım Sibel de olunca yolculuğa iki kişi planlayarak başlamış olduk sonra ki aşama  Booking’ten konforlu ve merkeze ve istasyonlara yakın olmasına özen gösterdiğimiz otellere rezervasyonları gerçekleştirmekti onları da tamamladıktan sonra vize başvurusunda bulunduk 3 gün içinde vizemiz hazırdı. Vizemizi de aldıktan sonra yola çıktık.

Sırt çantamı aldım ve yollara düştüm.

Atlas Havayollarının 2 saat gecikmesi de olmasaydı ve Thy benden bir saat sonra gidip beni orada bekleyen arkadaşım da aynı eziyeti çekmemiş olsaydı,  bu uçuş deneyimine 10 üzerinden 9 verebilirdim. Bu aksiliklere rağmen Atlas ile deneyimlediğim ilk yurt dışı uçuşum lezzetli ikramları ve güleryüzlü hosteslerinden dolayı 10 üzerinden 7 almayı hak ediyor. 

Paris- Charles de Gaulle (Şarl de Gul) havaalanını ismini duyduğumda ilk hatırladığım yıllar önce okuduğum Ferhan Şensoy’un Kaleminim sapını Gülle Donattım ’da geçen siyasi adamdı. Şimdi ise Paris’te birçok durak ismi ve havaalanın ismiydi.

Charles de Gaulle havaalanına geldiğimizde metro haritasını aldık ve puzzle çözermiş gibi okumaya başladık. Paris metrosu 16 hattıyla yer altındaki koca bir şehir. Paris metrosunu kullandığınızda Fransa’nın başkenti Paris’in yer üstünde kurulmadan önce yer altında kurulduğunu bir kez daha anlıyorsunuz.  


Otelimize yerleştirdikten sonra, ilk gün nereleri gezeceğimizin planını oluşturduk.  İlk gün Louvre Müzesinide kapsayan Notre Dame Katedrali, Sacre Coeur Bazilikası, Zafer takı ,Montmarte, Eiffel gezisi bizi bekliyordu. Daha sonra Latin mahallesinin sıcacık sokakları tüm samimiyetiyle bizi kucakladı.
Şimdilik bu kadar bir sonraki yazı "Louvre Müzesi" yazısında görüşmek üzere...

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Backpacker Rehberi

Backpacker Yola Çıkmadan Önce…
Bu sene uzun yurtdışı seyahatlerimi Sırt çantasıyla gerçekleştirme kararı aldım. Bu karar sonrasında ilk işim vücuduma uygun bir sırt çantası edinmek oldu. Sırt çantası edinmek için ilk olarak Karaköy’deki Outdoor mağazaları ziyaret ettim. Daha sonra da Kadıköy yollarında birkaç mağaza daha gezdim en sonra kararıma varmadan önce bana uygun olacak bir çantaya karar kıldım. Küçük bir araştırma sonrası 40-50LT arasında bir sırt çantasının bana daha uygun olacağı düşündükten sonra gezginlerin jargonuyla, Backpack’i aldım.
Çantayı aldıktan sonra biletleri aldık otel rezervasyonlarını oluşturduk ve destinasyonumuzu belirledik. İlk ülkemiz Fransa daha sonra Belçika, Hollanda ve Almanya ülkelerini kapsayan bir rota oluşturduk. İlk giriş ülkemiz Fransa olacağı için Shengen başvurusuna, Master ülkemiz Fransa’dan başvurmamız gerekiyordu. Fransa ile ilgili zor vize çıkacağı ön yargısıyla başvurduk.  Evrakları eksiksiz tamamladıktan sonra, 3 iş günü içinde 1 yıllık Fransa vizemiz hazırdı. 

Destinasyonumuz hazır, vizemiz hazır işte yola çıkma zamanı işte bu anda tek eksik Backpack içinde olması gerekenler…
Seyahate çıkarken yanımıza neler almalı, çantamıza neler koymalı en önemli kısım. İhtiyaçlar belirlerken bunları sırtımızda taşıyacağımızı ve uçağa bineceğimiz sınırlar dahilinde olması gerektiğini hesaplamakta gerekli.  Mesela Türkiye’den daha ucuz ülkelere a az kıyafetle gidip oradan kıyafet almakta bir seçenek olabilir.

SIRT ÇANTAMDA NELER VAR?
Öncelikle mutlaka bir yağmurluk olmalı, kıyafet olarak bir terlik bir de çok yeni olmayan bir spor ayakkabı almalısınız. Tişörtleriniz dışında, Tayt kullanım rahatlığı ve hafifliği açısından doğru bir tercih. Ayrıca uzun kollu kıyafetler mevsim yaz olsa bile eğer Kuzey ülke tercih ediyorsanız yanınıza muhakkak almalısınız. Aşırı sıcaklarda ülkenin mevsimine aldanıp, mevsimlik kıyafet almayı göz ardı etmeyin. Sonra benim gibi Paris’te  her yerin kapalı olduğu bir Pazar günü Kongre bölgesindeki AVM’yi bulup, Gap mağazasını arayabilirsiniz. Bu uyarılardan sonra temel birkaç gerekesimden kısaca bahsedecek olursam;


•Ağrı kesici.
•Gribal durumlar için etkili ilaçlar. Ben hasta olup gitmiştim orada iyileştim.
•Kas gevşetici krem
•Geniş spekturumlu antibiyotik
•Vitaminler
•Şampuan sabun küçük seyahat setleri işinizi görecektir.
•Yara bandı.
•Ateş ölçer
•Mevsime ve ihtiyacınıza uygun güneş kremi
•Deodoran, roll-on, parfüm.
•Güneş gözlüğü
•Tırnak makası törpü vs
•Sırt çantası: Backpack’inizi bıraktıktan sonra günlük ihtiyaçlarınız için gerekli...
•Suluk
•Kalem, küçük not defteri
Şimdilik bu kadar bir sonraki yazıda görüşmek üzere…
Son olarak sırtçantasının rahatlığından sonra sanırım bir daha deniz kum tatili dışında valiz kullanmayı düşğnmeyeceğim...