16 Eylül 2015 Çarşamba

Brüksel

Paris’ten sonraki durağımız çikolata kokan Brüksel’di. Paris üzerinden Brüksel’e otobüsle geçtik. Aslında öncesinde Megabus ile geçeriz diye düşündük. Paris kongre alanına bir gün önce geldik ve Megabus’ların kalktığı durağı bulduk orada öğrendik ki Paris üzerinden  planladığımız gibi Megabus ile Brüksel’e geçemiyoruz işte o gün ani bir karar ile otobüs firmalarını araştırdık.Otelimizde ki Adams’ın yardımları sonrası İDBus firmasından online biletlerimizi aldık.Yola çıktık ve yeşillikler içinden 5 saat süren yolculukta tüm yorgunluğa rağmen direndik yolu tamamladık. 
Brüksel’e vardığımızda metro ile şehir merkezine ulaştık. Otelimiz ünlü St. Catherina Katedralin arkasında oldukça merkeziydi. Tripadviser sayesinde bulduğumuz otelden oldukça memnun kaldık. Brüksel’de otel fiyatları diğer ünlü Avrupa şehirlerine oranla daha ekonomik seviyede olunca bizde güzel bir otel seçtik.
Otel’e eşyalarımızı bıraktık ve şehri keşfe çıktık. Gece geç saatlerde olmasına rağmen Avrupa’nın çoğu şehrine inat Brüksel ışıl ışıl ve her yer açıktı. Brüksel büyülendiğim şehirlerden biri oldu.



Tarihi boyunca birçok önemli olaya sahne olan Brüksel’in yükselişi Brabant Dükü’nün Brüksel’i başkent yapması ile başlamış. Şehir mimarisinin geliştiği zaman ise 15.yy civarı. 17. Yüzyıl sonlarında bombalanması ile acılı günlere geçiş yapmış. Günümüzde ise şehir Avrupa Birliği’nin birçok kurumuna ev sahipliği yapmakta.




Brüksel’de bütün turistik noktalar bir yerde toplanmış derli toplu. Gündüz keşfe başladığımızda tekrar Brüksel’in dünyaca ünlü Grand Place Meydanı, ilk noktamız oldu. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de yer alan bu meydan bence, Dünyanın en güzel meydanlarından.




Meydanda baya vakit geçirdikten sonra meydana çıkan dar sokaklardan birine dalıp balık lokantalarının olduğu bir sokaktan geçtik.
Dar sokakta sağlı-sollu olarak pek çok deniz ürünlerinin menülerde yer aldığı güzel restoranlar bulunmakta.

Belçika'da her adım başında bir çikolatacıya ve bira satılan yerlere rastlamanız mümkün. Brüksel’de çikolataya doyduk diyebiliriz.
Sanırım bu fotoğraflar çikolata şelaleri ve çikolataya doymuş bir yüzün en önemli bir özeti.
Bar-Gece kulübü olarak ise Guinness Rekorlar Kitabı'na en çok bira çeşidiyle giren "Delirium" u tavsiye ediliyor. Burada her şeyin birasını bulmak mümkün çilek bile. Bu arada Delirium'un her katı farklı bir bar olarak dizayn edilmiş.

Yine Meydana yakın konumda yer alan Manneken Pis (İşeyen Çocuk Heykeli) ise şehrin en önemli ve ünlü simgelerinden biri bizde bu noktaya doğru yol aldık.
Orijinal adında Manneken Pis olan bu heykel çeşme olarak tasarlanmış olup İngilizce'de Little Man Pee, Fransızca'da ise Le Petif Julien adıyla bilinmektedir.

61 santim boyunda yapılmış olan işeyen erkek çocuğu temalı çeşme, bir çok hikayesi bulunuyor ancak,  en yaygın hikaye Brüksel'de 1619 yılında kaybolmuş turist bir bebeğin, bahçenin birinde işerken bulunmasıdır. Tüccar babası çocuğun bulunmasıyla aramaya katılan Brüksel yerlilerini onurlandırmak için kente çocuğun tasviriyle çeşme yaptırmış ve şükranlarını sunmuş.

Brüksel'de zaman zaman kostüm giydirilen heykelin bugün yaklaşık 800 kadar giysisi bulunmaktadır. Denizci, esnaf, asker, süper kahraman, devlet adamı gibi kostümlerle Brüksel'i ziyaret eden turistlerin ülkelerini temsil eden kıyafetler de giyiyor ve Manneken Pis'in gün içerisinde kıyafetleri değiştiriliyor. Brüksel'da hatta Manneken Pis'in kıyafetlerinin sergilendiği bir müze de varmış.

Bu arada Brüksel'in waffle cenneti olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Şehir adeta çikolata ve waffle kokuyor. En güzel wafflecıların Manneken Pis heykelinin yanındakilerin olduğu tarafıma söylendiği için orda waffle yedik
Brüksel’e bu şirin patatesçiden patates yemek ayrı bir keyif oldu bizim için. Konukseverliği ve sempatik sunumuyla çok sevdik.

Brüksel sonrası Rotamız Amsterdam’a doğru uzanıyor.