gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Nisan 2019 Salı

İspanya Gezi Notları

Madrid- Barcelona’dan mini mini notlar

Notlar..
Buralar nasıl?
Bir kere yıllanmış bir ülke var karşımda…
Metroları yolları çok eski…
Yolları taştan hem de içine ince topuklu ayakkabıların girip de sıkışacağı taşlardan..
Binalar çok eski, Gothic  ve Barok formda …
Metroları eski ve kötü kokuyor.
Barcelona’daki Las Ramlas Caddesi Champseelyse’yi anımsatıyor.
İspanyada ki tüm kafelerde sıcak çikolataya bandırılıp yenen hamur işini türü bir tatlı var. Yol üstünde ki tüm masalarda bu tatlıyı dekormuşçasına  görüyorsunuz.
Fiyatlar İstanbul’dan pahalı ama Fransa, İngiltere ya da İsviçre kadar değil.
Moda şehri burası fakat insanları çok renkli uyumsuz hatta  biraz da demode giyiniyor.
Genç nüfus İngilizce konuşamıyor.  İngilizce konuşuyorsun, Si diye başlayıp sana İspanyolca anlatıyorlar neyse ki bende başlangıç yeterliliğinde ki İspanyolcamla anlıyor ama konuşamıyor olunca onlarla anlaştık.


İspanyollar, Barcelona’yı Barcelona yapan Gaudi’ye ne kadar teşekkür etseler az. 
Şimdilik Benden bu kadar Hoşçakalın!

11 Mayıs 2017 Perşembe

KASIMDA LYON BİR BAŞKA SOĞUK


Yağmurlu ve buz gibi bir Kasım sabahı  İstanbul Sabiha Gökçenden bindiğimiz uçakla geldiğimiz buz gibi Lyon’da yapabileceklerimizin en fazlasını yapmaya çalıştık.
 
Lyon Havaalanını ilk gördüğümüzde “aaa Küçük prensin yazarı değil mi” dedik. Küçük Prens’in yazarı St Exupery’den alan Lyon Havaalanı’ndan şehre ulaşmak için birkaç seçeneğimiz vardı. Bunlardan en mantıklısı yaklaşık yarım saat süren Rhonexpressti ve bizde bunu seçtik.. Ücreti yaklaşık 15 euro, eğer 25 yaş altıysanız indirim uyguluyorlar ve dönüşte de Rhonexpress’ı kullanacaksanız gidiş dönüş bilet almak daha uygun fiyata geliyor. Üstelik Rhoneexpress’e havaalanının içinden ulaşım da var. Şehir merkezine inip, otelimize yerleştikten sonra şehri keşfetmek için yürümeye başladık.  Merkezi bir noktada oteli seçmenin avantajı yürüyerek her yere gidiyor olmamızdı. Resturantlarının bol olduğu ve müthiş lezzetli balkabağı çorbası yapan resturantımızda her akşam yerimizi aldık çorbabmızı istirdyemizi yedik.Sanırım Lyon’un en keyifli ve en sevdiğim tarafı balkabağı çorbası ve tatlı resturatlarıydı.Biz rşehre geri gelirsek,



Şehrin en büyük özellikleri: kültürel mirası, canlılığı, çağdaş sanat etkinliklerine ev sahipliği yapıyor olması.

Şehir: Rhone ve Saone nehirlerinin kıyılarında ve tepelerinde ve ortadaki yarımadada kurulmuştur “İtalya ile İsviçre’ye giden yollar” buradan geçiyor bu yüzden Cenova üzerinden eğer dönüş uçağınız varsa bu şehre uğramak sizin için çok mantıklı olacaktır.

Lyon sokaklarındayız. Plansız yürüyüş bizi Saone kıyısına ulaştırıyor. Güneş parlıyor, nehir, karşı kıyı, köprüler, her şey pırıl pırıl, neşeli, coşkulu..

Fotoğraf çeke çeke geçtiğimiz karşı kıyıya geçiyoruz Vieux Lyon tarafı burası, tarihi sokaklarda birkaç Sokaklar güzel ama fazla sakin Eski şehirde Ktedrala dışardan kakıp geçiyoruz sonra Her eski şehirde olduğu gibi şehri tepeden görmek için Şehrin kalesine Finükülerle çıkıyoruz. Kale bizi keyifli manzara ile karşılıyor. Kaleden aşağıya tatlı sokaklardan geçerek muthiş Lyon Manzarasını seyre dalıyoruz. Eski Şehre tekrar indiğimizde, haritaya hiç bakmadan enteresan gelen her sokağa girip çıkıyor bu kez bambaşka bir köprüden geçerek cıvıltılı Belcour meydanına varıyoruz.
 
Opera’nın önünden, heybetli meydan Place les Terreaux’un içinden geçip Croix Rousse’a doğru tırmanmaya başlıyoruz. Yokuşlu sokakların sonu merdivenler, onların sonu dar geçitler, yine merdivenler…
 
Şehirle bu inişli çıkışlı tanışma gününden sonra uyanılan her sabah, geçirilen her gün, yenilen her yemek, birlikte üretilen her anı güzel.. Bildiğim tek şey bu şehirde doğru saatte doğru bölgede isen hayat güzel,


Lyon, Görülecek şehirsin ve ben iyi ki gelmişim ziyaretine..

Meraklısına Notlar
Paris Gare de Lyon’dan Lyon Perrache garına 2. sınıf hızlı tren bileti kişibaşı 71 € ; yolculuk süresi yaklaşık 2 saat 15 dakika.
  Şehiriçiç ulaşım için otobüs, metro bileti tekli olarak 1.70 €,  10′lu ‘carnet’ 14.70 € . Ayrıca 2 saat limitsiz 2.70 €; 1 gün limitsiz 5 € ve akşam 19:00′dan sonra limitsiz 2.70 € gibi çok farklı alternatifler var. Pleine Lune denen gece otobüslerinin ana durağı Hotel de Ville.  Biletleri damgalamayı unutmamak ve ulaşım ile ilgli daha ayrıntılı bilgi için www.tcl.fr yi ziyaret etmek lazım.
Şehrin ana havaalanı olan St Exupery Havaalanı’na ulaşım için en hızlı ve temiz çözüm Rhonexpress treni. Sabah 05:00- gece 00:00 arası günboyu  her 15 dakikada, akşam 21′den sonra her 30 dakikada bir  kalkan trenle havaalanına yolculuk en uzak noktadan 30 dakika sürüyor. Biletin 15 € olduğu Rhonexpress in istasyonlardaki broşürlerden ya da internet sitesinden durakların yerine bakılabilir. www.rhonexpress.fr
İki nehir arasında kalan şehir merkezinin Hotel de Ville’den Gare Peracche’a kadar her sokağı dükkanlarla dolu..
Pazarları AVM’de dahil çoğu yer kapalı, alışveriş planları buna göre yapılmalı.
Nehir kıyısında Marche Saint-Antoine Celestins semt pazarı

  

16 Aralık 2016 Cuma

Noel'de Prag Geceleri

Noel’de Avrupa’da olmanın en keyifli tarafı şüphesiz Kurulan Noel pazarlarıdır. Avrupa’nın hemen hemen bütün kentlerinde kurulan Noel pazarları, bu dönemde büyüleyici manzaraya sahiptir . Bu pazarların beklide en görkemlisi Prag’ın efsane Old Town meydanına kurulan Noel pazarı olduğunu düşünüyorum. Ortaçağ atmosferini sonuna kadar yaşatan Old Town Meydanı, her yıl Kasım ayının son haftasından 1 Ocak gününe kadar Prag’ın en büyük Noel pazarına ev sahipliği yapar. 2016 yılında bizde buradaydık.

Pallaidum Alışveriş merkezinin önünde kurulan küçük klübelerden başlıyor şölen OLDTOWN’a gidene kadar yollarda müzik ve sokakları sarmış olan tarçın ve sıcak şarap kokusu burnunuza geliyor.


OLDTOWN’ın içine adım attığınız andan itibaren Noel atmosferine gireceğiniz bu pazarda sadece yemekler değil birbirinden renkli Noel hediyeleri de satılıyor. Burada, özenle yapılmış Bohemya kristallerini, küçük ahşam oyması heykelcikleri ve rengarenk süs eşyalarını oldukça ucuz fiyatlara bulak mümkün.
Hemen her köşesinde sokak sanatçılarının Noel şarkılarıyla yeteneklerini sergilediği bu alanı yaklaşık 1 saatte bol bol fotoğraf çekerek gezebilirsiniz.

Tyn Katedrali’nin hemen önüne yerleştirilen dev çam ağacının süslenerek ışıklandırılması, Noel pazarının başlaması anlamına geliyor. Bir aydan fazla süren Noel pazarının amacı, Noel tatilinin, Noel şarkılarının, geleneksel yemeklerin ve sıcak şarabın doyasıya tadına varmak.
Alanda bulunan her şey bu amaca yönelik hazırlanıyor. Önceden yapılmış ahşap kulübelerin her birinde ayrı bir yiyeceğin satıldığını ve sıcak şarap ikramının yapıldığını görmeniz mümkün. Zaten, eğer geldiğiniz dönemde Noel pazarı kurulmuşsa, henüz ünlü meydana yaklaşmadan sokakları sarmış olan tarçın ve sıcak şarap kokusu burnunuza gelecektir. Alacağınız bu ünlü kokunun bir nedeni sıcak şarapken diğer nedeni de Çeklerin geleneksel tatlısı trdelnikdir. İnce bir şişe sarılarak odun ateşinde pişirilen bu tatlıyı pazarda hemen her köşede bulabilirsiniz.

Pazarın Parizska Caddesi tarafına kurulan sahnede akşam saatlerinde müzik dinletileri gerçekleştiriliyor.

Diğer taraftan saat başı çalan Astonomik saatin şöleni ise seyretmeye değer. Oldtown yolunda böyle tatlı dükkanlar içinizi açacağından eminim.

Prag’da, ortaçağ panayırını andıran bu renkli Noel pazarı Noeli noel gibi hissetmeniz için muhteşem bir sebeb…

10 Nisan 2016 Pazar

Hafta Sonu Atina'da



Shengen sorununuz yoksa ve hafta sonu yurt dışında farklı deneyim yaşamak istiyorsanız sizi komşumuza bekleriz. İşte biz de tam bunu düşünerek hafta sonu soluğu Atina’da aldık. Lezzetli mezelerden sıcacık iklimine birçok artısıyla keyifli zaman geçirdik.

Cumartesi günü 10:45 Pegasus İstanbul SAW Atina ‘ya varışımız yaklaşık 1 saat 10 dakika sürede vardık. İndiğimizde kolay metrosuyla 45 dakikalık bir sürede şehir merkezine otelimizin de bulunduğu Omónia vardık ve otelimize yerleştik.

Arts Hotelden çıktık ve şehrin merkezi olan Sytagma olarak geçen  Akropolis bölgesine doğru yürümeye başladık. Yunanistan’da yaşayan Müge ile buluşmak için 15:20 için randevulaştık. 10:45 de İstanbul’dayken aynı gün içinde 4 saat sonra suyun öteki tarafındaydık. 


Neyse biz keyfimizi kaçırmıyoruz dönelim Atina’nın güzelliklerine…
Yunanistan’da yaşayan Müge bizi harika mezeleri olan sahibinin Yunan ve Mısır kökenli bir yere getirdi. Kalamar ızgarasında çoğunun adını bilmediğim enfes mezelerini yemek için iştaha büründük.
Bu lezzetli sofrada keyifli sohbetler yaptık.


Daha sonra İzmir’li olarak Lokma delisi olan Elçin’in keşfiyle Lokmaların içine damlasakızı , çikolata ve badem ezmesi sıkıldığı ve üstüne lezzetli sosun döküldüğü Lokumix bulduk Lokmalarımızı aldık ve Kahvelerimizi içmek için açık havadaki Kafeye geçtik.

Gün bizim için bitmedi yine Elçin’in keşfi olan Brettos’a gittik. Akropolis bölgesinde birkaç mekanda keyifli zaman geçirdikten sonra Birinci günü yorgunluktan ölürcesine bitirdik.
Ertesi gün erken uyandık otelden çıkışımızı yaptık çantalarımızı yüklendik.

Atina'da o gün koşu vardı gideceğimiz Syntagma (Sintagma) Meydanı kalabalıktı. Syntagma (Sintagma) Meydanı Atina'nın en ünlü meydanı. Burada parlamentonun önünde nöbet tutan geleneksel kıyafetli muhafız askerlerine "Evzon (Efsun)" deniyormuş. Bizde bu Efsun askerlerinin nöbet değişim töreni izlemek için ön sıralarda yerimizi aldık.

İlginç ve komik bulduğumuz bir tören oldu. 
Evzon (Efsun) askerler ikiyüz küsur pileden oluşan eteklere sahiplermiş. 

Bu töreni izledikten sonra yandexi açtık ve Akropolis'e doğru rotamızı belirledik. Syntagma meydanındaki parlemento binasına sırtımızı dönerek yürümeye başladık yolumuzun üzerinde  güzel bir kafe de kahve içmek için mola verdik. Plakanın arka sokalarından geçip  150 metre yükseğe tırmanarak Akropolis'e ulaştık biletlerimizi aldık ve ormanlık alanda yürümeye devam ettik uzun zorlu bir parkur sonrasında devasa sütunlarıyla karşımızdaydı.

Atina şehrinin en ünlü noktası tabi ki Atina akropolis'idir. Akropolis'in kelime anlamı "şehrin en yüksek noktası" demektir.
 Atina 'ya ait bir çok mitolojik hikaye var benim ilgilimi çekeni ise, şehrinin koruyucu tanrısı olmak için Athena ve Poseidon arasında bir yarış düzenlenir. Hangisinin vereceği hediye daha yararlı olacaksa şehrin tanrısı o olacaktır.

İlk olarak Poseidon elindeki 3 başlı mızrağı yere vurur ve bir çeşme ortaya çıkar. önce herkes sevinir ancak Denizlerin Tanrısı Poseidon’un çeşmesi tuzlanır ve pek bir işe yaramaz. Sıra Athena’ya gelmiştir. Athena da elindeki mızrağı yere vurur ve ortaya bir zeytin ağacı çıkar. Dünyadaki barışı ve refahı temsil eden bu zeytin ağacı halk tarafından benimseniz ve Athena şehrin tanrısı ilan edilir.
Zeytin ağacı simgesini Atina'ya ait bir çok sembolde de gördük.


AEGEAN Air’in 19:45 uçağıyla İstanbul’a döndük ben 21:00 de evdeydim.
Haftasonu keyifli bir kaçış için Atina tercih edebilirsiniz.

6 Mart 2016 Pazar

Amsterdam Rijksmuseum

I
Brüksel sonrasında rotamızı Hollanda’ya çevirdik.  Bardaktan boşanırcasına yağmurun yağdığı sokakların toprak koktuğu o gün,  yola koyulduk.

Brüksel metrosunun 2 Line kullanarak aynı zamanda tren seferlerinin de aktarmasının olduğu, arst-loi durağında inerek İDBUS otobüsünün kalkacağı perona ulaştık. 

Yaklaşık 5 saat süren yolculuk  sonrası kozmopolit sıfatını layığıyla taşıyan Amsterdam karşımızdaydı. Amsterdam’ı nasıl tanımlayacağımı inanın hiç bilmiyorum.

Bir tarafta her biri lezzetli birer pastaya benzeyen evlerin arasında Hansel ve Gretel masalının canlı yaşandığı şehir diğer taraftan da özgürlüğünü ararken kendini kaybetmiş boş gözlere etrafa bakıp sürekli kendi kendine konuşan insanlara rastladığın bir şehir.
Amsterdam bana göre herkes için farklı çağrışımları olan ve herkese istediğini sunacak olan bir şehir.


Amsterdam kesifini yürüyerek gerçekleştirdik. Yürümek içinde hava şartları bizden yanaydı. Amsterdam,  İstanbul en sıcak günleri yaşarken puslu ve serindi. Güneş arada yüzüü gösterip içimizi ısıtırken bu hava şartları, gezmek için avantajdı. Soğukla kalın giyinerek başa çıkabiliyorum ama sıcaklar ile nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. Kaldığımız 4 gün boyunca güneş bize yüzünü ancak giderken gösterdi.

Avrupa’nın şehirlerini ,  açık hava ve kapalı hava müzesi olarak sınıflandırırsam.  Benim için; Prag, Budapeşte, Brüksel, Viyana, Floransa ve Barselona açık hava müzesiyken Amsterdam, Paris, Madrid ve Berlin kapalı hava müzesidir.


Amsterdam’da bu sebeple bol bol müze gezdik ve müzeleri içinde beni en çok etkileyeni ise eşsiz koleksiyonuyla Rijksmuseum idi.
Eğer birçok yeri gezme şansınızın olmadığı kısa bir gezi planlıyorsanız. Rijksmuseum’u önceliğinize alabilirsiniz. Zira bu yazıda da bu müzenin eşsiz ve zengin koleksiyonundan bahsedeceğim.


Rijksmuseum, 17. yüzyıl Hollanda sanatına adanmış en geniş koleksiyonun yanı sıra Ortaçağ’dan günümüze uzanan ilgi çekici eserlerin de sergilendiği Hollanda Ulusal Müzesi’dir. Kral Louis Napoleon tarafından 1808 yılında Dam Meydanı’ndaki Kraliyet Sarayı’nda kurulan müze, 1885 yılında Vondelpark’a taşınmıştır.


Aynı zamanda Amsterdam’ın merkez tren istasyonu olan Amsterdam Centraal’in de tasarımcısı olan P. J. H. Cuypers tarafından tasarlanan ana bina on yıllık yenileme çalışmalarının ardından 2013 yılında kapılarını ziyaretçilerine tekrar açmıştır. Rijksmuseum günümüzde sahip olduğu 8000’den fazla eserle dünyanın en büyük Felemenk sanat koleksiyonuna sahiptir.


Hollanda’nın tartışmasız en ünlü müzesi olan Rijksmuseum, aralarında Rembrandt’ın 20 kadar tablosunun yanı sıra Steen, Hals, Vermeer ve diğer önde gelen ressamların eserlerinin bulunduğu 17. yüzyıl Hollanda resminin en kapsamlı koleksiyonlarını içermektedir. Müzede ayrıca Hollanda sanatının 20. yüzyıl öncesindeki tüm dönemlere ait olağanüstü bir resim koleksiyonu da bulunmaktadır.



Rijksmuseum, Amsterdam
Rijksmuseum’un giriş katında Ortaçağ ve Rönesans dönemi sergilerinin yanı sıra, Özel Koleksiyonlar ve Asya Pavyonu bölümleri yer alır. Birinci katta 18.-19. yüzyıl sanatı; ikinci katta 17. yüzyıl (Altın Çağ) ve üçüncü katta 20. yüzyıl eserleri sergilenir.


Rijks Müzesi, Amsterdam
Rijksmuseum Bölümleri

Ana Bina: Müze binasının Neo-Gotik üsluptaki çatıları ve süslemeli bir şekilde dekore edilmiş ön cephesi konusunda, Protestanlar tarafından şiddetle eleştirilmiştir.

Bahçe: Heykeller ve ilgi çekici eserlerle doludur.

Atriyum: Müzenin girişi ve merkezidir. 1885 tarihli orijinal tasarıma göre restore edilen avlular bir yer altı geçidiyle birbirine bağlanır.

Mozaik Zemin: Yüz binlerce küçük mermer parçasıyla döşenen zemin simgesel figürlerle doludur.

Asya Pavyonu: Bu bölümde farklı dönemlerden çeşitli kültürler hakkında bilgiler edinebilirsiniz.

Özel Koleksiyon: Meissen porselenleri, dondurulmuş hayvanlar, minyatür gümüş işleri ve cephanelik gibi çok çeşitli nesneler bu bölümde sergilenir.

Altın Çağ: Rembrandt, Jan Steen ve Frans Hals gibi Felemenk ustaların eserlerinin sergilendiği, müzenin en önemli bölümlerinden biridir.

Modern Sanat: İki bölüme ayrılan bölümde 20. yüzyıl eserleri sergilenir.

Bunlar dışında müzede yer alan Büyük Salon ve sadece sanat tarihi araştırmacılarına açık olan Kütüphane de Rijksmusuem’un diğer önemli bölümleri arasında yer alır.

Rijksmuseum’da Sergilenen Önemli Eserler

Gece Bekçisi (The Nightwatch, Rembrandt, 1642): yüzyıl Flaman resim sanatının önemli yapıtlarından biri olan resim, kent milis gücünün grup portresi olarak ısmarlanmıştır. Müzedeki en önemli eser olan Gece Bekçisi, müzenin Philip kanadının en göz önündeki alana yerleştirilmiştir.

The Nightwatch (Gece Bekçisi)
Mutfak Hizmetçisi (The Kitchen Maid, Vermeer, 1658): Pencereden süzülen ışık süzmesi ve manzaranın dinginliği Jan Vermeer’in sık kullandığı bir temadır.
The Kitchen Maid
Yahudi Gelin: Rembrandt en şefkatli portrelerinden biri olan Yahudi Gelin’i yaparken (1667), bilinmeyen bir çifti, İncil’de yer alan İshak ve Rebeka karakterleri kılığında, alışılmadık ölçüde serbest bir şekilde betimlemiştir.

Aziz Elizabeth Günü Taşkını (1500): 1421 yılındaki su baskınını betimleyen bu altar panosunun ressamı bilinmiyor.

Patenciler ve Kış Manzarası (1618): Ressam Hendrick Avercamp ayrıntılı kış manzaraları ile ünlüdür.

Rijskmuseum’da üstte adı geçen eserler dışında sergilenen önemli eserler arasında; Mavi Giysili Kızın Portresi (Johannes Verspronck, 1641), Tapınak Muhafızı (Naraen Kongo, 14-15.yy), Acıların Bakiresi (1500-1510) ve Kare Adam (Karel Appel, 1951) bulunur.

RIJKSMUSEUM ZIYARET BILGILERI
Adres: Museumstraat 1 (Müzenin Philip Kanadı’na giriş Jan Luijkenstraat’tan), Amsterdam
Ulaşım: Tramvay ile ulaşım: Rijksmuseum (2, 5)
Ziyaret Bilgileri: 09.00-18.00. Resmi tatillerde kapalı.
Giriş Ücretleri: 14€
Web: www.rijksmuseum.nl
Amsterdam’daki diğer rotalar ile ilgili bilgi edinmek isterseniz İnstagram’a göz atabilirsiniz. Ve Anna Frank ile ilgileniyorsanız. http://kesfetsende.blogspot.com.tr/2014/04/anne-frank-hatra-defteri.html


17 Kasım 2015 Salı

Louvre Müzesi


Louvre Müzesi, ister sanatsever olun ister olmayın Paris geldiyseniz boyunca mutlaka ziyaret etmeniz gereken noktalardan birisi...
Louvre Müzesi 35.000 yakın esere ev sahipliği yapıyor ancak  tek özelliği dünyanın en önemli tarihi sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapması değil, Louvre binası aynı zamanda Paris’in de en büyük saraylarından da biri olma özelliğine sahip.  Louvre tarihi Ortaçağ’a kadar uzansana müzeye dönüştürülmesi Fransız ihtilalinden sonrasına dayanıyor.
 Louvre Müzesi’nin danışma masasından,  planları aldıktan sonra bu müzenin kanatlarını gezmeye başladık. Louvre Müzesi’nde 3 adet kanat bulunuyor. Bunlar: Richelieu Sully Kanadı ve Denon Kanadı  bir günde gezmek imkansız olsada denemeye çalıştık ve Richelieu’dan başladık ve gezimizin sonunu MonaLisa ile tamamladık. Louvre eşsiz bir koleksiyona sahip, koleksiyonda Fransız tabloları ve heykelleri, Antik Mısır ve Antik Yunan, Doğu ve İslam Sanatı, İtalyan tablo ve heykelleri ,  Flemenk tabloları, Objects d’art ve İslam sanatı yer alıyor.

Louvre Müzesi’nin Koleksiyonu
Müze içerisinde fotoğraf çekimi yasak değildi bu yüzden flaşsız bol bol fotoğraf çektik. Müzede sadece selfie çubuğu yasaktı .Müzedeki eserleri ayırt etmek mümkün değil ama özellikle önemsediğim tablolardan kısaca bahsetmek istiyorum.

Mona Lisa Tablosunun bulunduğu salon müzenin en kalabalık noktası eserin başında korumalar var ve esere bakmak için yanlızca 1 dakikanız var. Leonardo Da Vinci’nin bu ustalık eseri 1503-1506 yılları arasında 3 sene içinde tamamlanmış. kurşungeçirmez bir camın ardında sergilenen tablonun ardından Vermeer’in  Dantelci kız Tablosunun yanına doğru gidiyoruz.
Bu eser 17 YY da yapılmış beni etkileyen tablolardan biriydi. Rembranth çağdaşlarının eserleri beni özellikle büyülemiştir.Louvre müzesinde sınırlı eserle kalsamda , Amsterdam  Rijk Müzersinde bunlara doyma fırsatını elde ettim.
Louvre meşhur Cam Piramiti 1989 yılında yılından beri müzenin ana giriş kısmını oluşturuyor. I.M. Pei tarafından tasarlanan bu piramit paslanmaz çelikten ve 21 metre yükseklikte.


Louvre müzesini gezmek için bir hafta bile yetersiz sabah 9 dan akşam 6 ya kadar müzede mesai yaptık. Bir sonraki yazı Notredam Katedrali ve Paris Latin mahallesi…

Paris'i Yürüyerek Gezmek


Paris’i gezmek için merhaba dediğimiz bugün de gezi planımızı Paris’in Kuzeyinde başlamak üzere planladık. Metro haritamızı açtık gitmek istediğimiz noktaları işaretledik. Paris gezimiz boyunca hava hep kapalıydı. O gün de hava havalıydı çantama attım yağmurluğu ve Sibel'le yola koyulduk.
İlk rotamız Paris Ressamlar Tepesi diğer orijinal adıyla Montmartre Tepesi


Metro durağı olarak Anvers indik ve  Sacre Coeur yazısını gördükten sonra kalabalığın peşine takıldık. İnsanların inip çıktığı çok da yüksek olmayan bir yokuş sokaktan içeriye girdiğimizde etrafımız sağlı sollu "I Love Paris" yazan  hediyelik eşya dükkanlarıyla doluydu.
Dükkânları geçince yokuş sonunda beyaz dev bazilika Sacre Coeur karşıladı. Hemen altında merdivenlerde, çimenlerde yayılmış onlarca kişi çıktı karşımız biz buraya yürüyerek ulaşmayı tercih ettik ancak buraya beyaz-kırmızı, sarı-beyaz Montmartre treni veya füniküleri ile de ulaşabilir.
Sacre Coeur içini mutlaka gezin eşsiz fotoğraf kareleri yakalayacağınızdan eminim. Bazilikanın solundan  düz yürüdüğünüzde ise sağda restoran kapısı önünde çello çalan bir sokak müzisyeni, solda ise yeşillikler içinde kaybolan dik bir merdivenler.
 Biz öğle yemeğimizi burada  mis kokan pastaneden krep ile geçiştirdik ardından kahvemizi aldık Ve starbucks karşısındaki sokak müzisyenini dinledik.
Dönüş yoluna geçtiğimizde ağaçlı yoldan kahvelerimizle keyifle aşağıya indik ve parkta küçük bir mola verdik. 
Ressamlar tepesinden sonra yürümeye başladığımızda Paris’i tüm gün yürüyerek gezebileceğimizi tahmin etmemiştik.
Harita ile ara sokaklardan Zafer Takına doğru yürümüştük. Napolyon Bonapart, Austerlitz Savaşı’ndan sonra 1806 yılında Zafer Takı’nın yapılmasını emretmiş. Zafer Takı 30 yılda tamamlanmış. Zafer Takı gördüğümüzde anladık ki Şanzelize Caddesine gelmişiz.
Champs Élysé Zafer Takı’dan başlıyor ve Concorde Meydanı’na kadar 1.9 km boyunca devam ediyor.  Biz bu mesafeyi yürüyerek mağazalardan alışveriş yaparak tamamladıktan sonra Eiffel’e doğru yürümeye başladık.
Eiffel’e nasıl gideriz diye birkaç Fransız’a sorduğumuzda bize çıldırmış olmalısınız tepkisini verdiler ancak biz yine de yürüdük.
Kanallardan Eiffel’i gördüğümüzde yorgunluktan mutluyduk. O kadar yorulmuştuk ki Eiffel’in yarısına kadar çıkabildik.

Gelelim Eyfel Kulesi‘ne(Fransızca : Tour Eiffel). Fransa’nın simgesi Eyfel Kulesi 1887-1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları için düzenlenen Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiş. Üst bölümündeki antenle birlikte 324 metre uzunluğunda, 124 metre enindeymiş. 1889 yılındaki açılış tarihinden önceki 5 ayda 1,9 milyon kişi ziyaret edince, yıl sonuna kadar toplam masrafın 3/4’ü çıkartmış. 3.000 işçiyle 26 ay süren bir çalışmayla tamamlanmış. Parisliler Eyfel Kulesi’ni Demir Bayan olarak adlandıyorlar. İlk başlarda Gustave Eiffel, kulenin sadece 20 yıl kalması için müsaade almış. Ancak iletişim için çok uygun yüksekliği olduğundan kalmasına izin verilmiş.
Akşam saatlerine denk geldiğimiz içinde Eiffel’in ışıklandırmasınada tanık olduk. Yorucu bir günün sonunda son metroya yetişip otelimize döndük. Ertesi günü NotreDam ve Latin Mahallesi gezisi olacak…