kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Haziran 2017 Çarşamba

Çivisi Çıkmış Dünya / Amin Maalouf Le dérèglement du monde


“Zaman, müttefikimiz değil, bizim yargıcımız. Şu an zâten cezamızın erteleme sürecini yaşıyoruz.” Diye başlıyor kitabına Amin MAALOUF ve başlıyor tarihi olaylarla Dünya’nın çivisinin nasıl çıktığını anlatmaya….
Kitabın 1. Bölümü Aldatıcı Zaferlerde Berlin Duvarının yıkılmasıyla yeşeren umutlarımıza gönderme yapıyor. Ve daha sonra dünyanın coğrafyalarına göre mevcut durumu anlatıyor.
“Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla dünyada bir umut rüzgârı esmişti. Batı ile Sovyetler Birliği arasındaki gerginliğin sona ermesi,  yaklaşık kırk yıldır insanlığı tehdit eden bir nükleer felâket tehlikesini ortadan kaldırmıştı; inanıyorduk ki, bundan böyle demokrasi yavaş yavaş yaygınlaşacak, en sonunda da bütün dünyaya yayılacak;
Yerkürenin çeşitli ülkeleri arasındaki duvarlar kalkacak ve insanların, malların, imgelerin ve düşüncelerin dolaşımı engellerle karşılaşmaksızın gelişebilecek, böylece bir gelişme ve refah çağı başlayacaktı.”
Kitap tarafsız değil sağlam eleştiriler içeriyor. Bütün coğrafyalar bu eleştirilerden payını alıyor.
“Bugün Arap aleminde eleştirdiğim şey, ondaki mânevî bilincin eksikliği; Batı’da eleştirdiğim şeyse, mânevî bilincini bir egemenlik aracına dönüştürme eğilimidir. Bunlar çok ağır suçlamalar, üstelik bana iki kat daha fazla acı veriyor; ama bağıra bağıra geliyorum diyen gerilemenin kökenlerine karşı savaş açma iddiasındaki bir kitapta bunlara değinmeden edemem.”
Eleştiride bulunurken bir taraftan da insanlığı sorgulatan sorularda da bulunuyor.
“Peygamber’in şu sözü bilinir: “İnsanların en iyisi, insanlara en çok yararı dokunandır”; bugün bireylerin, liderlerin, halkların kendi içlerinde sorgulamaları gereken güçlü bir söz bu: Başkalarına ve kendimize ne getirmekteyiz? “İnsanlara nasıl yarar” sağlıyoruz? Dinde yeri olmayan aykırılıkların en büyüğü, intihara götüren umutsuzluktan başka kılavuzumuz var mı?”
Yazar tarafsız hiç değil endişeleri soruları eleştirileri ile konuşma havasında içini döküyor. Kaygılarını anlattığı satırlarda pek de haksız sayılmaz.
“Çin’deki, Hindistan’daki, Rusya’daki, Brezilya’daki orta sınıfların, bütün dünyada olduğu gibi, baş döndürücü bir biçimde büyümesi, dünyanın şu anki işleyişiyle pek de ayak uyduramayacağı bir gerçeklik. Yakında üç ya da dört milyar insan, kişi başına, Avrupalılar ya da Japonlar kadar-Amerikalılardan söz etmiyorum bile-tüketime başlarsa, doğal olarak hem ekolojik hem de ekonomik alanda büyük kargaşalar yaşanacaktır. Bunun uzak bir gelecek değil, çok yakın bir gelecek, hâttâ neredeyse şimdi olduğunu söylememe gerek var mı?”
Diğer taraftan ABD ve Irak arasındaki can alıcı noktalara değiniyor ve şu cümle ile açık dimağları düşünmeye sevk ediyor.
Çocuk kendisini evlât edinen bir anne ile üvey anne arasındaki farkı bilir. Halklar da kurtarıcılar ile işgalciler arasındaki farkı bilir.
Kitap çok sert ekleştiriler yapıyor.
“Batı’nın yüzyıllardan beri, dün olduğu gibi bugün de içinde bulunduğu dram, dünyayı uygarlaştırma arzusu ile ona egemen olma isteği-iki uzlaşmaz dilek-arasında sürekli bocalamasından kaynaklandı. Her yerde en soylu ilkeleri dile getirirken, o ilkeleri, ele geçirdiği topraklarda uygulamaktan titizlikle sakındı. Arap alemi bugün, elli yıl önce, yüzyıl önce, hâttâ bin yıl önce hoş gördüğü şeyleri hoş göremiyor.  Batı’daysa barbarlık hoşgörüsüzlükten ve karanlıkçılıktan kaynaklanmıyor; oradaki barbarlığın nedeni kibir ve duyarsızlık. Amerikan ordusu Antik Mezopotamya’da lale tarlasındaki suaygırı gibi yuvarlanıyor. Özgürlük, demokrasi, meşru müdafaa ve insan hakları adına, insanlar hırpalanıyor, dayak yiyor, öldürülüyor.  Terörizme karşı mücadele vermek isteniyordu ama terörizm hiç bu kadar azmamıştı”
Bugün insanlığın geldiği noktada,” Otuz yıl boyunca sürekli olarak savunulan inançlar şimdi artık sallantıda, her şey kökünden tartışılıyor; siyasal, toplumsal ya da ekonomik alanları derinlemesine etkileyecek ve kuşkusuz yalnızca bunlarla da kalmayacak bir durum bu. Gerçekten de büyük bir mali kriz, ona eşlik eden güven krizi, ona neden olan tutumlar, değerler ölçeğindeki dengesizlik, liderlerin, şirketlerin, kurumların ve onları denetledikleri varsayılanların mânevî inandırıcılıklarını yitirmesi, eleştirilmeden nasıl çözülebilir ki?” eleştiri yapmasının nedenini açıklıyor. Amin bu bölümü insanlığın  iktidar ve onun meşruiyeti sorunuyla nasıl karşı karşıya kaldığını özetliyor.

2. Bölüm Yoldan Çıkmış Meşruiyetler kısmında ise Gazi Mustafa Kemal Paşadan övgüyle bahsederken onun peşinden giden tarihsel kişiliklere de atıflarda bulunuyor.
3. Bölüm Hayali Gerçeklikler “Değerler” içi boşaltılmış bir sözcüktür ve değişkendir diye başlıyor.  Ve yine kendine öneri ile devam ediyor. “Ülkelerimizde, kentlerimizde, mahallelerimizde olduğu gibi bütün dünyada da iç barışı korumak istiyorsak, insanlar arasındaki çeşitliliğin, şiddete yol açan gerilimlerden çok, uyumlu bir birlikteliğe dönmesini arzuluyorsak, “ötekiler”i şöyle böyle, yüzeysel, üstünkörü biçimde değil, iyice, yakından, hâttâ özel yaşamlarına kadar tanımamız gerek. Bu da ancak onların kültürlerini öğrenerek olur. Öncelikle de edebiyatlarını. Bir halkın özel yaşamı, edebiyatıdır. İnsan edilgen kalarak propagandacıların kendisini yönetmesine izin verirse, siyasetçilerin
isteğine göre galeyana gelir ya da sakinleşirse, savaş maceralarına sürüklenmeye uysalca boyun eğerse, bütün haklara sâhip bir yurttaş, sorumlu bir seçmen olamaz.”  Bilginin ve bilgili olmanın önemine değinen bu bölümde, “Bilgisizlikle yetinmek, demokrasiyi yadsımaktır, onu bir hayalete
dönüştürmektir.” Yazar bu bölümde yine din ile ilgili atıflarda bulunurken diğer taraftan din ile bilgils konusunda öz eleştiri yapıyor ve kitabı okuyan okuyucun kayıtsız şartsız kitaba inanmasını değil sorgulamasını öğütlüyor. “Her zaman Müslümanlığın yakınlarında yaşadıysam da, İslam alemini çok iyi tanımıyorum, İslam bilimci hiç değilim. İslamiyet’in “asıl ne dediğini öğrenmek isteyenler, bana güvenmesin. Benden bütün dinlerin dirlik düzenliği öğütlediğini yazmamı beklemek de hata olur, ben şuna inanıyorum: Dinsel ya da dindışı bütün öğretiler dogmatizmin ve hoşgörüsüzlüğün tohumlarını taşırlar içlerinde; bâzı kişilerde bu tohumlar açığa çıkar, bazılarındaysa gizli kalır.”
Din olgusuna değinirken siyasetten de eksik kalmıyor ve Güncel siyasetin durumunu da şu satırlarında özetliyor,
“Kimlikler, ideolojilerin pabucunu dana attığından beri toplumlar, siyasal olaylara genelde
dinsel aidiyetleri uyarınca tepki verir oldular; Rusya yeniden açıkça Ortodoks oldu; Avrupa birliği
kendini üstü kapalı biçimde bir Hıristiyan uluslar topluluğu olarak görüyor; aynı savaş naraları
Müslüman ülkelerin tümünde de çınlıyor.”
Kitap sonlara doğru dünyanın neden çivisinin çıktığını daha da açıyor. 
Bugün tanık olduğumuz şey, farklı uygarlıkların alacakaranlığıdır, yoksa onların yükselişi ya da zaferi değil. Miatlarını doldurdular ve hepsini aşmanın vakti geldi artık; şimdi onların getirilerini zamana uyarlamalı, her birinin yararlarını bütün dünyaya yaymalı, olası zararlarını da ortadan kaldırmalı; yavaş yavaş temel değerlerin evrenselliği ve kültürel ifadelerin çeşitliliği gibi iki dokunulmaz ve birbirinden ayrılmaz ilkeyi temel alacak, ortak bir uygarlık kurabilmek için böylesi gerekiyor.
Son olarak önerisini getiriyor. Bu yüzyılda, geleceğe yönelik iki bakış açısından birini seçmemiz gerekecek.
Bunlardan ilki birbirleriyle savaşan, birbirlerinden nefret eden, ama küreselleşmenin etkisiyle, birbirlerini her gün aynı kültürel bulamaçla biraz daha besleyen küresel kabilelere bölünmüş bir insanlık düşüncesidir.
İkincisiyse, ortak yazgısının bilincinde olan ve bu yüzden aynı temel değerler çevresinde toplanmış, ama en çeşitli, en zengin kültürel ifadeleri her zamankinden de fazla geliştirmeyi sürdüren, bütün dillerini, sanatsal geleneklerini, tekniklerini, duyarlılığını, belleğini, bilgisini koruyan bir insanlık düşüncesidir.
Dolayısıyla, bir yanda, birbiriyle çatışma halindeki, ama kültürel açıdan birbirine öykünen ve birbirine benzeyen birçok “uygarlık”; öte yanda, sayısız çeşitliliğe açılan, tek bir insan uygarlığı.
Kitap son olarak küresel ısınmaya da değiniyor. Bir sosyal bilimci gözü ile yazılmış bir kaynak gibi okudum. Zaman zaman katıldım zaman zaman sorguladım. Kitap beni tatmin etti.  Son bölğmden kısa bir alıntı ile kapatmak istiyorum.
İnsanlara birlikte yaşamayı öğretmek asla bütünüyle kazanılmayan upuzun bir savaştır. Gün gelecek, Londra metrosunda, dünyanın en uygar polisinin, tek suçu esmer olmak olan genç bir Brezilyalı gezgini yere yatırıp kafasına yedi kurşun sıktığı günler gibi anacağız bu lanetli günleri de.
Medeniyetler çatışması, Erasmus ile İbn Sina’nın, içki ile başörtüsünün ya da kutsal metinlerin karşılıklı değerleri üstüne bir tartışma değildir; yabancı düşmanlığına, ayrımcılığa, etnik hakaretlere ve karşılıklı kıyımlara, yâni insan uygarlığının mânevî onurunu oluşturan her şeyin aşınmasına yol açan küresel bir sapkınlıktır.
Böylesi bir ortamın egemen olduğu dünyada, barbarlığa karşı savaş verdiklerini düşünenler
bile bir de bakarlar ki kendileri barbar olmuşlar. Terörist şiddet, antiterörist şiddeti doğurur, bu da hıncı besler, adam toplamaya bakan fanatiklerin işini kolaylaştırır ve gelecekteki saldırıları hazırlar.
Bu, ezelden beri süregelen yumurta-tavuk hikayesidir ve doğru yanıtı aramanın artık hiçbir anlamı yoktur; herkes kendi korkularına, önyargılarına, kökenlerine, belleğindeki yaralara göre yanıt verir bu soruya. Aslında bu kısırdöngüyü kırmak gerekir; ne var ki, çark işlemeye başladığında, işin içinden çıkmak güçleşir.
Öfkelerime ve kaygılarıma karşın, insanlık serüvenine hâlâ hayranım; canı gönülden seviyorum, kutlu sayıyorum ve meleklerin ya da hayvanların yaşamına hayatta değişmem onu.
Bizler Prometheus’un çocuklarıyız, yaratıyı devam ettiren emanetçileriz, evreni yeniden
biçimlendirme işine giriştik ve yukarıda yüce bir Yaradan varsa, onun öfkesini olduğu kadar, övüncünü de hak ediyoruz.

KAYNAKÇA
Çivisi Çıkmış Dünya / Amin Maalouf-Özgün adı: Le dérèglement du monde
Çeviren: Orçun Türkay/ Yapı Kredi Yayınları – 2914/Edebiyat – 874


17 Nisan 2017 Pazartesi

Kırmızı Saçlı Kadın


Uzun zamandır Türk edebiyatına dair roman okumuyordum. Orhan Pamuk’un Kırmızı saçlı Kitabından sonra bu alanı ihmal ettiğimin farkına vardım. Kitabı okudukça klasik bir Türk romanı okuduğumu hissinden uzaklaşmadım.

Kitap, 30 yıl öncesinin İstanbul’una götürüyor. Liseye başladığı yıl babası polisler tarafından götürülen ve bir daha ondan haber alamayan bir çocuğun Cem’in gözünden anlatılan romanda Beşiktaş'taki evlerinden Gebze'ye taşınan bir anne ile oğulun öyküsü var.
Akıcı üslubuyla bir solukta okunuyor. Konu itibariyle suya sabuna pek dokunmuyor. Anlattığı dönemin siyasi gelişmelerini bağlam dışında tutarak yüzeysel geçiştiriyor. Bana kalırsa bu kitap, kısa, akıcı, okuması kolay, tahmin edilebilir özellikleriyle yolculuklarda okumak için ideal. Orhan Pamuk’tan sonra şimdi kendimi Ahmet Hamdi Tanpınar’da buldum. Orhan Pamuk’un Yeşilçam klasiği tadındaki bu romanından sonra, Türk edebiyatının bu keyfini özlediğimi fark ettim.

22 Mart 2016 Salı

Eckhart Tolle’nin The Power of Now (Şimdinin Gücü)


Bazı kitaplar başucu kitabıdır. Eckhart Tolle’nin The Power of Now(Şimdinin Gücü) kitabı da benim için başucu kitaplarından biridir.
Kitaba göre zihin daima kategorize etmek ve kıyaslamak ister dışsaldır ve bizi yanıltır. Gerçeği başka bir yerde aramanız gerekmez. Sadece size zaten sahip olduğunuz şeye nasıl daha derin bir biçimde girin ve şimdi de kalın böylece andan keyif alın diyor. Yine kitap zihin yanıltır, Düşünmeyi durduramamak korkunç bir derttir, ama biz bunu fark etmeyiz, zihinsel gürültü sizin o içsel sessizlik ve sükûnet zemini bulmanızı engeller. O ayrıca bir korku ve ıstırap gölgesi oluşturan sahte, zihin-ürünü bir benlik yaratır. Düşünmek bir hastalık haline gelmiştir. Hastalık bir şeylerin dengesi bozulunca ortaya çıkar. Not: Zihin, eğer doğru biçimde kullanılırsa, muhteşem bir alettir. Ama yanlış biçimde kullanılırsa, çok yıkıcı bir hale gelir.
Özgürlüğün başlangıcı sizin o hükmeden varlık -yani, düşünen- olmadığınızı idrak etmektir. Bunu bilmek sizin o varlığı gözlemlemenizi mümkün kılar. Siz düşüneni izlemeye başladığınız anda, daha yüksek bir bilinç düzeyi harekete geçer. O zaman siz düşüncenin ötesinde engin bir zeka aleminin bulunduğunu, o düşüncenin o zekanın sadece minicik bir veçhesi olduğunu fark etmeye başlarsınız. Ayrıca, gerçekten önemli olan her şeyin -güzellik, sevgi, yaratıcılık, sevinç ve iç huzurunun- zihnin ötesinden kaynaklandığını da fark edersiniz. Böylece uyanmaya başlarsınız.
Zihin işler ters gittiğinde  yani olumsuz sonuçları şimdi ve içinizde ki  durumla ilgili olsa bile, zihin bu durumu geçmiş deneyimlere göre yorumlayacaktır. Çünkü bu ses sizin -hem tüm geçmişinizin hem de miras aldığınız ortak kültürel düşünce biçiminin bir sonucu olan- koşullanmış zihninize  aittir. Böylece, siz mevcut durumu geçmişin gözleriyle görür, yargılar ve onunla ilgili tümüyle çarpıtılmış bir görüş elde edersiniz. Bu sesin bir insanın en kötü düşmanı olması yaygın görülen bir durumdur. Birçok insan kafasında -sürekli kendisine saldırıp onu cezalandıran ve yaşam enerjisini tüketen- bir işkenceciyle yaşar. Bu hem tarifsiz bir ıstırap ve mutsuzluğun, hem de hastalıkların nedenidir.
 “Düşüneni izlemek” yerine, siz ayrıca dikkatinizi Şimdi‟ye yönelterek de düşünce akışında bir kesinti, bir boşluk yaratabilirsiniz. Sadece içinde bulunduğunuz anın yoğun bir biçimde bilincinde olun. Bu derin bir doyum veren bir şeydir. Bu yolla, bilincinizi zihinsel faaliyetten uzaklaştırıp, son derece uyanık ve farkında olduğunuz, ama düşünmediğiniz, bir düşünce-sizlik boşluğu yaratırsınız. Bu meditasyonun özüdür. Günlük yaşamınızda bunu, normalde bir vasıta olan rutin bir faaliyete tüm dikkatinizi vererek, böylece onu kendi başına bir amaç haline getirerek uygulayabilirsiniz.
Ego terimi farklı insanlara farklı şeyler ifade eder, ama ben burada onu zihinle bilinçsizce özdeşleşme sonucunda yaratılan sahte bir benlik anlamında kullanıyorum.Ego için şimdiki an mevcut değildir. O sadece geçmişi ve geleceği önemli görür. Gerçeğin bu tam tersine çevrilişi egosal zihnin bu kadar bozuk-işlevli oluşunun nedenini oluşturur. O daima geçmişi canlı tutmakla ilgilenir, çünkü geçmişiniz olmadan siz kimsinizdir? O varlığının sürmesini sağlamak ve orada bir tür rahatlık, kurtuluş ya da doyum aramak için kendisini sürekli geleceğe projekte eder. O der ki: “Bir gün bu ya da şu gerçekleştiğinde ben iyi, mutlu, huzurlu olacağım.” Ego şimdi ile, yaşanan an ile ilgileniyormuş göründüğünde bile, onun gördüğü şey şimdi değildir:  O yaşanan an„ı geçmişin gözleriyle gördüğünden, onu tümüyle yanlış algılar. Ya da, yaşanan an‟ı -hedefe götüren- bir vasıtaya indirger ki bu daima zihnin-projekte-ettiği gelecekte yatan bir hedeftir. Zihninizi gözlemleyin, bunun böyle işlediğini göreceksiniz. Şimdiki an özgürlüğün anahtarını barındırır. Ama, siz zihniniz olduğunuz sürece şimdiki an‟ı bulamazsınız.
Bir duygu genelde büyütülmüş ve güçlendirilmiş bir düşünce kalıbını temsil eder . Duygu sizi teslim almak, size hakim olmak ister ve -eğer siz orada yeterince mevcut değilseniz bunu çoğu kez başarır. Eğer siz orada mevcut olmadığınız için -ki bu normal bir şeydir- duyguyla bilinçsizce  özdeşleşirseniz, duygu geçici olarak “siz” haline gelir. Çoğunlukla, sizin düşünüşünüz ile duygu arasında bir kısır döngü oluşur: onlar birbirini besler.
Ayırt edilmemiş doğasından ötürü, bu duyguyu tam olarak tarif edecek bir isim bulmak zordur. “Korku” bu duyguya yakındır, ama sürekli bir tehdit duygusunun ötesinde, o ayrıca derin bir terk edilmişlik ve eksiklik  duygusu da içerir. En iyisi, o temel duygu kadar ayırt edilmemiş bir terim kullanıp, ona basitçe “acı” demek  olabilir. Siz benlik duygunuzu zihinle özdeşleşmekten, yani, ego‟dan almaktan vazgeçene dek bu acıdan kurtulamazsınız. Siz bu özdeşleşmeyi bıraktığınızda zihin iktidardan düşer ve Var‟lık kendisini sizin gerçek doğanız olarak açığa vurur.
Duygu (emotion) aslında “karışıklık, rahatsızlık” anlamına gelir. Bu sözcük Latince bir sözcük olan ve “karıştırmak, rahatsız etmek” anlamına gelen emovere‟den gelir.
Haz daima sizin dışınızdaki bir şeyden alınır, oysa sevinç içinizden yükselir. Bugün size haz veren bir şey yarın acı verebilir, ya da o gider ve yokluğu size acı verir. Ve çoğunlukla sevgi olarak görülen şey bir süre haz ve heyecan verici olabilir, ama o bağımlılık yaratıcı bir tutunma, bir anda zıddına dönüşebilecek bir aşırı muhtaçlık halidir. Böylece birçok “sevgi” ilişkisi, başlangıçtaki esrime hali geçtikten sonra, “sevgi” ile nefret, çekim ile saldırı arasında gider gelir.
Siz zihninizle özdeşleştiğiniz sürece, acı kaçınılmazdır.
Ben burada, aslında, fiziksel acının ve hastalığın da ana nedeni olan duygusal acıdan söz ediyorum. İçerleme, nefret, kendine-acıma, suçluluk duygusu, öfke, depresyon, kıskançlık ve en hafif sinirlenme bile bir acı biçimidir. Ve her haz ya da duygusal yükseklik, içinde -ayrılmaz zıddı olan ve zamanla tezahür edecek olan acının tohumunu taşır. Acının iki düzeyi vardır: şimdi yarattığınız acı ve geçmişten gelen ve hala zihninizde ve bedeninizde yaşayan acı.
Şimdi’de Daha Fazla Acı Yaratmayın
İnsanın çektiği acının büyük bölümü gereksizdir Zihin yaşamınızı yönettiği sürece kendi yarattığınız bir şeydir.
Şimdi yarattığınız acı daima, olanı kabullenmemekten, olana bilinçsiz bir biçimde direnmekten kaynaklanır.
Şimdi olan, daima şimdi olan yaşamın kendisine karşı çıkmaktan daha anlamsız bir şey olabilir mi? Olana teslim olun. Yaşama “evet” deyin ve yaşamın nasıl birden -size karşı  çalışmak yerine- sizin için çalışmaya başladığını görün.
Geçmiş Acı: Acı-Bedenini Ortadan Kaldırmak
Acı-bedeni, var olan diğer her varlık gibi, varlığını sürdürmek ister ve o ancak sizin onunla bilinçsizce özdeşleşmenizi sağlayabilirse varlığını sürdürebilir.
Bir kez acı-bedeni sizi ele geçirdiğinde, siz daha fazla acı istersiniz. Siz bir kurban ya da kurban-eden haline gelirsiniz. Siz acı vermek, ya da acı çekmek istersiniz veya her ikisini birden istersiniz. İkisi arasında aslında çok fark yoktur. Elbette, siz bunun farkında değilsinizdir ve acı istemediğinizi hararetle iddia edeceksinizdir.
Ama yakından baktığınızda, düşünce ve davranış biçiminizin acıyı -kendiniz ve başkaları için- sürdürecek şekilde tasarlandığını göreceksiniz. Ego‟nun karanlık bir gölgesi olan acı-bedeni aslında bilincinizin ışığından korkar. O keşfedilmekten korkar.
Bir kez siz zihninizle özdeşleşmeyi bıraktığınızda, haklı ya da haksız olmanız benlik duygunuz için hiçbir fark yaratmaz, böylece haklı çıkmak için duyduğunuz o çok zorlayıcı ve derin bir biçimde bilinçsiz gereksinim -ki o bir şiddet biçimidir- artık var olmayacaktır.


Zaman hiç de değerli bir şey değildir, çünkü o bir illüzyondur. Sizin değerli olarak algıladığınız şey zaman değil, zamanın dışındaki tek noktadır: Şimdi. O gerçekten değerlidir. Siz zaman -geçmiş ve gelecek- üzerinde ne kadar çok odaklanırsanız, Şimdi‟yi, var olan en değerli şeyi de o kadar çok kaçırırsınız.
Yaşam şimdidir. Yaşamınızın şimdi olmadığı bir zaman asla olmamıştır ve olmayacaktır. 
Sizin geçmiş olarak düşündüğünüz şey eski bir Şimdi‟nin zihinde depolanmış anısıdır. Siz geçmişi hatırladığınızda anıyı yeniden canlandırırsınız ve bunu şimdi yaparsınız. Gelecek ise hayal edilen bir 
Şimdi‟dir, o zihnin bir projeksiyonudur. Gelecek geldiğinde, Şimdi olarak gelir. Siz gelecek hakkında düşündüğünüzde, bunu şimdi yaparsınız. 

Siz neyi savunuyorsunuz?
İllüzyoni bir kimliği, zihninizdeki bir imajı, bu hayali varlığı. Bu kalıbı bilinçlendirerek, ona tanık olarak, siz onunla özdeşleşmeyi bırakırsınız. O zaman, bilincinizin ışığın da, bilinçsiz kalıp hızla eriyip yok olacaktır. Bu ilişkileri kemirip aşındıran tüm tartışmaların ve güç oyunlarının sonudur Başkaları üzerinde güce sahip olmaya çalışmak, kuvvet kılığına bürünmüş zayıflıktır. Gerçek güç içimizdedir ve ona şimdi ulaşabiliriz.

Alman asıllı yazar Eckhart Tolle Cambridge Üniversitesi‟nde araştırmacı ve denetçi olarak çalışırken Yirmi dokuz yaşında derin bir spiritüel değişim-dönüşüm geçiriyor. Değişim sonrası eski kimliğini hemen hemen yok ederek, yaşamının seyrini kökten değiştiriyor. Tolle, sonraki yıllarını içsel yolculuğun başlangıcını anlamaya derinleştirmeye çalışmış. Eckhart Tolle, son yirmi yıldır Avrupa ve Kuzey Amerika‟da bireyler ve küçük gruplarla çalışan bir danışman ve spiritüel öğretmen. The Power of Now(Şimdinin Gücü) kitabı ise onun bu öğretileri ilk kez geniş bir kitleye ulaşmasının başlangıcıdır.

13 Mart 2016 Pazar

Kadınsız Erkekler Harukimurakami

 Harukimurakami'nin son  eseri 
Kadınsız Erkekler...

Bir kadını yitirmek, tüm kadınları yitirmek demek… diyerek erkek dünyasına iddalı bir giriş yapıyor.
Haruki Murakami’nin bu eseri aşka ve kadınlara yazılmış yedi öyküden oluşuyor.  Hayata dair bu öykülerde yazarın gözlem ve tespitleri beğenimi kazandı.
Erkek bakışından bu öyküleri okumaktan keyif aldım sıkılmadım. Erkek öyküleri okuduğumu gören kız arkadaşlarım her ne kadar  "bırak Allah aşkına onların dramını,  asıl dram bizde" desede bu öyküler yazarın deyimiyle bir ağıt niteliğindeydiler. Lafı çok uzatmadan arka kapağı paylaşıyorum.
Bir gün sen de kadınsız erkeklerden olacaksın. O gün en ufak bir uyarı, küçücük bir ipucu vermeden; önsezi olarak hissettirmeden ya da içine doğmadan; kapını çalmadan, hiç beklemediğin bir anda seni bulacak. Bir köşeyi döndüğünde, aslında çoktan oraya varmış olduğunu anlayacaksın. Geriye dönmek mümkün olmayacak. O köşeyi bir kez dönünce, orası artık senin için mümkün olan tek dünya olacak. O dünyada sen kadınsız 


erkeklerden biri olarak anılacaksın.


Hep bu soğuk çoğul eki ile...


Bir kadının özlemini çeken, yasını tutan; bir kadın tarafından aldatılmış, terk edilmiş olmanın acısıyla yaşayan, aşkla kendinden vazgeçen erkeklerin öyküleri…


Haruki Murakami’den aşka ve kadınlara yazılmış yedi ağıt… 

 

4 Mart 2016 Cuma

Siddartha-Hermann Hesse

“Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelik mucizeler yaratabilir ama  bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez.”



 Siddertha’nın içinde geçen bu cümle sanrım kitabı en iyi özetleyen paragraflardan biriydi. Siddhartha, Hermann Hesse’nin  Buddha yani Siddhartha Gautama’nın hayatını konu  alan, Budizm felsefesini işleyen  yazarın en iyi olarak bilinen romanlarından biridir.

Hermann Hesse 1946 Nobel ödüllü yazar bizim yolumuzun kesişmesi ise çok yakın bir zamana dayanıyor.  Kitabı okurken doğu felsefesinin naifliğini ve sadeliğini her satırda hissettim. İnanan her insan kendi inancının farklı sembollerle Siddartha’da kaleme alındığını okudukça fark edecektir.
İslamiyet’te tasavvuf olan bu durum, Budizm’de Samanalık, Brahmanlık gibi görüşlerle yansıtılmış. Kitap felsefi bir türe sahip olmasından dolayı oldukça uzun cümlelere sahip ve anlaşılması zor diyeceğim kitaplardandı. 

Kitabın yazarının hayatı aslında beni en çok etkileyen unsurlardan biri oldu. 1946 yılında Nobel ödülü alan, Almanya doğumlu Rus asıllı, Hermann Hesse hayatta yaşadığı sıkıntılardan dolayı intihar girişiminde bulunduktan sonra  bir enstitüye yatırılmıştır. Bu sırada Jung’un öğrencisi tarafından tedavi edilirken, psikolojiye ve Jung’a duyduğu ilgi sonra kendini tedavi ederken iç dünyasını zenginleştirmiştir. Hint ve Budist felsefeye olan ilgisiyle tanınan yazar, 1946 yılında Siddhartha adlı bu eseriyle Nobel ödülü almıştır.

25 Şubat 2016 Perşembe

Haruki Murakami'den yaban koyunun izinde

 Haruki Murakami’nin Kitabı Yaban Koyunun İzinde'
Murakami ilk kez tanışma hikayemi okuyanlar hatırlar. İlk burada yazmıştım. Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında benim en sevdiğim romanlarından biri oldu. 
Kitabın arkasında “post modern bir dedektiflik öyküsü” olarak tanımlaması yapılan bu kitap ilk yarısına kadar  “nerede dedektiflik maceraları” diye sabırsızlandırıdı. İlk yarıdan sonra kitap, o hantallığı üzerinden atarak beni konusunun içine aldı.
Kitabın konusuna gelirsek, kahramanımızın, müşterisi için kullandığı  koyun resminin onun başını belaya sokması sonucu başlıyor. Herşeyin bir koyun fotografıyla başladığı bu hikayede kitabın adı da yaban koyunun izinde. 
Sade kapak tasarımı ve ilginç bulduğum adıyla kitap okumak için merak uyandırdı. Kitabı okudukça bu etkiyi aradım durdum. Bu bekletiyle kitaba başlayınca ilk sayfalarda sıkıldım ancak yalın dili sayesinde bu evreyi kitabı bırakmadan atlattım. 
Yine her kitabında olduğu gibi bu kitabında da  Murakami'nin kişisel zevklerine göndermelerine sıkça rastladım. Yazarın bu tarzı benim hoşuma giden tarafı oldu.
Kitapla ilgili bir eleştiride daha bulunacak olursam; bu eleştiri çevirisine olacaktır. Kitap akıcı ve anlaşılır bir çevirisi olmasına rağmen bazı kelimeler abuk bir biçimde dilimize çevrilmiş.Tek kelime japonca bilmesemde böyle bir çevirinin yapılamayacağını tahmin edebiliyorum.Örnek verecek olursam: belleten: bülten, almaç: ahize, pusula: not , film görmek: film izlemek, küçük parmak: serçe parmak gibi...
Herkese Mutlu Cumalar💐

29 Kasım 2015 Pazar

Moskova'da Yanlış Anlama


J. P. Sartre'nin sevgilisi Simone De Beauvoir Yapı Kredi Yayınlarından çıkan Moskova'da Yanlış Anlama  incecik kolay akan bir anlatı Moskova'da Yanlış Anlama.  Varoluşçuluk  akımım temsilcilerinden biri olan Beauvoir Moskova'da Yanlış Anlama eserinde gözlem ve varoluşçuluk üzerine yaptığı tespitlerle etkileyici bir eser çıkartmış. 
Moskova'da Yanlış Anlama, yaşlanma yolunda emekli bir çift olan André ve Nicole'ün, Sovyetler Birliği'ne yaptıkları seyahat esnasında yaşadıkları yanlış anlamayla içine girdikleri kriz etrafında gelişiyor. Moskova'da Yanlış Anlama Çiftin bakış açılarını sekanslar halinde sıralıyor. Moskova'da Yanlış Anlama Politik bir bakış açısından, kadının duygusal bakış açısına olan geçişli bir anlatıyı dengeli  biçimde ilerletiyor. İncecik keyifli anlatı pazar günü kahvaltı/ gazete sonrası çok iyi gider.

17 Kasım 2015 Salı

Nietzsche Ağladığında Irvın Yalom

90'lı yıllara damgasını vurmuş bir kitap vardır ki , döneminde yayına çıktığında psikoloji felsefeye ilgi duysun duymasın okuyan herkesi derinden sarsmıştır. Yıllar geçse de üzerinden etkisini dalga dalga sürdüren bu eser,  kült eserler kategorisinde çoktan yerini almıştır.
Kütüphanenin tozlu raflarını karıştırırken 1998 yılında 4.Baskısı yapılmış Irvın Yalom'un bu meşhur eserini gördüm aslında çok aşinaydı kapağı, çünkü daha önce kaç kez karşılaşmıştım kendisiyle... 20 yıla yakın Kütüphanede yer alan bu eseri elime aldım ve  tozlu sayfalarını silkeleyip okumaya başladım. O günden sonra bitmesin diye gıdım gıdım okudum. Her okuma sonrası içime işlesin diye, içime döndüm ve sordum; “Ne kadar özgürüm?” “Özgürlüğümü satın aldığımı sanırken aslında köleliğimizi satın alıyorum?” “Mutluluğu koşula bağlayan bu öğretiler yoksa bana mutsuzluğu mu öğretti” Kitap iki ana karakterin karşılıklı sohbetleri üzerinden ilerliyor.  Dr.Breuer,tüm Avrupa'nın tanıdığı önemli bir doktor ve şöhretinin doruğundadır. Nietzche ise evliliği bir tutsaklık olarak gören toplumun dayattığı her şeyi ret ederek yaşadığında özgür olacağına inan sıradan insan olmayı arzulayan bir sıra dışı hasta...

Nietzsche Ağladığında alıntılar...

Kişi en sonunda, arzu ettiği şeyi değil, arzusunu sever.
Evlilik ve ona eşlik eden mülkiyet ve kıskançlık, ruhu tutsak eder.
Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.

13 Nisan 2014 Pazar

Bir Kitap Milan Kundera/ Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

 

#milankundera
Herkese Merhaba, 
Geçtiğimiz haftalarda okumaya başlayıp, bir türlü konstre olupta devam ettiremediğim Milan Kundera'nın eseri, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliğini, cuma aksamı bitti.


Milanın eserlerini okuyup anlamak için ruh yapısının ve derinlik düzeyinin yerinde olması gerekliliğini düşünüyorum. Kitabın  üzerimde yarattığı hisler tanımlamak istemeyeceğim kadar derin. 

Yinede  birşeyler söyleyeceksem karakterlerin üzerinden şekillenen kitabın karakterlerinden kısa bir özet yapabilirim.
İnsanın varolabilmesi için tüm bağlardan kurtulup hafiflemesi gerektiğine inanan, hatta bu uğurda oğlundan bile uzaklaşabilen baba, annesinin üstündeki yoğun etkisinden kaçarak kurtulan ama bu sefer de Bir baskasına derin bir bağlılık geliştiren Tereza,ihaneti yaşam biçimi haline getiren ressam Sabina, Sabina'ya hayranlığı yüzünden kendini tehlikeli bir yolculuğa atan, karısı ve kızı tarafından ezilen akademisyen Franz.
Karakterlerin gelişimi ve olay örgüsünün aşama aşama anlatıldığı bu kıymetli eser hakkında çok fazla paylaşımda bulunmadan 

Kitaptan altını çizdiğim yerlerden bir kaç seçki 
"Üniversite mezunu ile kendi kendini yetiştirmiş kişi arasındaki fark, bilgi düzeyinden çok dirim gücü ve kendine güven düzeyinin yüksekliğinde ortaya çıkar."
"Gözü "daha yükseklerde bir yerde" olan herkes günün birinde gözünün kararabileceğini hesaba katmalıdır."
"Seçmediğimiz bir şeye kendi erdemimiz ya da başarısızlığımız gözüyle bakamayız.
" Sevgi insanın gücünden vazgeçmesi demektir"
"Mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir."
"Yaşadığı yeri terketme arzusundaki insan mutsuz bir insandır."
"Tanrı onları ortadan ikiye ayırıncaya kadar bütün insanlar hermafroditti, o zamandan beri bu yarılar birbirini arayarak dünyanın dört bir bucağında gezinip durdular. Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdir işte." (sf.246)
"Çok sayıda kadının peşinde koşan erkekleri iki kategoriye ayırabiliriz. Bazıları bütün kadınlarda kendi öznel ve değişmez kadın düşlerinin gerçekleşmesini beklerler. Ötekiler ise nesnel kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini ele geçirme isteğiyle davranırlar."( sf. 205)
Kundera "anlatılamaz" olduğunu düşündüğüm duyguları ve "nedenini daha önce hiç düşünmediğim" gelişigüzel davranışları da apaçık tespitlerle sunduğu bu kitabıyla başucu kitabı kategorisinde.
P.S: İdefix Bahara muhteşem bir selam vermiş. Nisan Ayı sonuna kadar devam eden bu kampanyayı kaçırmamanızı tavsiye ederim. Çoğu yayın evinde %40'a varan indirim kampanyası var. Yapı Kredi Yayıneviden, Çavdar Tarlasındaki Çocuklar, Ressamlar serisinden, Goya, Dali ve Monet kitaplarını sipariş verdim. Picasso ve Michalengo Tükenmiş:(  Milan Kundera'dan Ölümsüzlük , Kimlik ve Yavaşlık eserlerni ve Ayrıntı Yayınevinden John Fowles Büyücü eserini aldım İdefixin yaptığı büyük bahar indirimi kaçmaz. Onun dışında D&R 3 al 2 öde film kampanyası dahilinde birçok festival filmi indirimli. Benim tercihim No, Bob Marley Nobody Walks den yana oldu D&R film kampanyası geçtiğimiz festivali kaçıranlar için güzel bir fırsat.
Herkese mutlu haftalar.

29 Mart 2014 Cumartesi

Bir Kitap İsis Trıstan Hawkins


Geçtiğimiz haftalarda kitaplığımda bulunan henüz elimi bile sürmediğim , sevdiklerimin tavsiyesiyle aldığım kitaplarımı okuyup bitirmek için kendi kendime söz verdim. İşte kendime verdiğim bu söz çerçevesinde ilk kitabımı haftabaşında okumaya başladım. İlk seçimimi Yeraltı edebiyatından yana kullandım. Popüler edebiyatın dışında kalmayı tercih eden, günlük dili olduğu gibi kullanan, soyut betimlemelerden uzak kafa karıştırıcı olmayan ve hiçbir şekilde öğreticilik vasfı içermemesi  sebebiyle bu günlerin yoğunluğunda iyi olacağını düşündüm. Lakin uzun karakter tahlilleri yapılmadığı, olay örgüsü ön planda olduğu halde marjinal kişileri okurken ister istemez karakter çözümlemeleri yaparken buldum kendimi yine...
Tristan Hawkinsin İSİS kitabına hevesle başladım. 303 sayfalık bu kitap 2003 yılında basılmış. Yazarın ilk kitabı bu yazarın zaten iki kitabı bulunuyor biri Anarşist diğeride İSİS yazar 33 yaşında üçüncü kitabı üzerinde çalışırken geçirdiği astım krizi sonucu hayata gözlerini yummuş. Ömrü daha fazla kitap yazmaya  vefa etmemiş.
İSİS argoyu abartmadan yazılmış. Reklam yazarlarının özellikle konusu itibarıyle ilgisini çeker diye düşünüyorum. Toplumun en ötekisi uyuşturucu kullanan Richardın, çirkin “title” sız sekreter PEPER’e aşık olmasıyla, dibe vurmasını anlatan bir kurgu. Kitabın orjinal adı Peper fakat dilimize İSİS olarak çevrilmiş. Mizah, hırs, argo hepsi içiçe geçmiş bazen çok dengesiz bazen çok çarpıcı abartıdan uzak,  olduğu gibi sade ve sert. Ben kitabı sıkıcı buldum. Ama yine de bitirdim. 

27 Mart 2014 Perşembe

Büyüklere Masal Hayvan Çiftliği

Size bir ‘masal' anlatacağım bugün. Bir varmış bir yokmuş. Çok uzaklarda bir çiftlik varmış.  George Orwell amcanın çiftliğinde hayvanlara kötü davranılır  onlara eziyet edilip ve zavallı hayvancıklar sömürülürmüş.
Sonra bir gün Yaşlı ve akıllı bir domuz  çıkmış meydana , bir hayali  varmış bu Domuzcuğun Animalizm yani bütün hayvanların eşit oldiuğu bir rejim oluşturmak. Yaşlı Bilge domuzcuk Major; bütün hayvanların özgür olacağı, çiftliği ve kendilerini yönetecekleri düzenin  konuşmasını yaparken ölmüş.
Bunun üzerine Hayvanlar İsyan edip çiftliği ele geçirmişler .Ve  Çiftliğe ‘yeni' bir isim verilmiş; Hayvan Çiftliği. Zeki ve kurnaz olan domuzlar herkesin uyacağı Yedi Emir'i yazmış,
Yedi Emirin Kuralları,
1.iki ayaklılar düşmandır,
2. dört ayaklılar ve kanatlılar dosttur,
3.hayvanlar kıyafet giyemeyecek,
4. yataklarda uyumayacak,
5.içki içmeyecek,
6.bir hayvan bir başka hayvanı öldürmeyecektir.
7.Ve her hayvan eşittir...
Yeni rejimde, Yönetici konumuna gelen domuzlar, ineklerin sütlerini çalmaya, çiftlik ürünlerine el koymaya başmışlar.
Bunun üzerine , komşu çiftlikleri yöneten insanlar bütün bu yaşananlardan rahatsız oluşlar. Hayvan Çiftliği'ne saldırmışlar. Bu savaşta Kan dökülür.Domuzların en önemli yardımcısı beygir Boxer, bir insan öldürür, suçlu hisseder kendini ama ‘kahramansın' derler ona...
Zamanla düzenin bozulmasıyla Kıtlık başlar Hayvanlar ölmeye başlar. Bir günah keçisi seçilir ve bütün suçu ona yüklerler ve ortada suçlu kalmaz. Bu arada yeni düzende geçmişi hatırlamak suçtur.  Geçmişi olduğu biçimiyle hatırlayan Boxer'ı öldürmeye çalışırlar. Hayvanlar ölürken,  Yasayı değiştirirler. Yeni 7. Maddeye göre; “Hayvanlar ‘sebepsiz' yere öldürülemez”.
İnsanlar yeniden saldırır, çiftlik harap haldedir, hayvanların çoğu ölmüştür. Domuzlar kıyafetler giyip, içkiler içip çiftlik zaferi kutlarlar..
Yıllar geçer. Kalan hayvanlar mutludur, domuzlar iki ayak üzerinde yürümeye başlamış. Artık ‘insanlar'la ‘domuzlar'ı ayırt etmek mümkün değildir. İşte bu masal böyle biter. Çok tanıdık geldi değil mi sizede.Eğer George Orwell  Hayvan Çiftliği ni okumadığsanız mutlaka okuyun 

18 Mart 2014 Salı

Bir Kitap Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında /Haruki Murakami

Haruki Murakami’yi keşfedeli çok fazla olmadı iş yerine, 2  kiloluk kitabını hergün  üşenmeden taşıyan arkadaşım sayesinde tanıdım. Hangi kitabından bahsettiğimi  tahmin etmişsinizdir. 1Q84 den bahsediyorum. 1Q84 kalın cildine rağmen her gün üşenmeden taşınıyorsa oldukça ilginç bir kitap ve yazarla karşılaştım diye düşündüm sonrasında, Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında - Haruki Murakami okuyarak yazarı tanıma yolculuğuna başladım ve ne mutlu ki  yanılmadım.
Evet bugün size Uzak Doğulu yazar Haruki Murakinin “Güneyinde Güneşin Batısında” kitabından bahsedeceğim.Kitapla ilgi paylaşımda bulunmadan önce size uzak doğulu yazarımız Haruki Murakami’den kısaca bahsetmek istiyorum çünkü yazar kitaplarında kendi hayatından parça taşıyor.  Murakami,  Aynı Palahniunk gibi yazar olarak doğan ama kariyerine yazar olarak başlamayanlardan. Yirmibeş yaşında bir caz bar açan, Murakami’nin işi, bir bar işletmeciliği olmuş olsada  ve barını  kapattıktan sonra  gece geç saatlerde,  küçük mutfağında romanlarını yazarmış. 10 yıl bu rutini sürdüren, Maruki 35 yaşına geldiğinde artık sadece yazmalıyım demiş ve barını kapatmış. İşte o gün bugündür Haruki hayatı deneyimliyor bir yandanda romanları aracılığla bizlerle paylaşıyor. Çok iyi bir gözlemci  olan, Maruki psikologluk yapmıyor olduğu gibi sade bir dille kurguyu anlatıyor ve Maruki günümüzün en önemli roman yazarlarından biri olarak kabul ediliyor.Kısa bir girişle  yazarımıza değindikten sonra kitabımıza gelirsek. “Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında” kitabı 187 sayfalık sade bir kitap,  ben bu kitabı bir akşam uyumadan  bir saat önce yarısını, ertesi günüde diğer yarısını okuyarak iki günde bitirdim. Yani kısaca bir günden daha kısa süre içinde bitebilen bir kitap.  Daha en başından, tek çocukların dünyaya bakışını çok içten bir şekilde özetleyerek ilk sayfalardan gönlümü çeldi. Kitabı okurken Borusan Klasik Dinleyerek Muzikal bir kitap okuduğum hissiyatına sahip oldum.  Kitap günlük hayattan bahseden klasik roman kurgusuna rağmen  bir erkeğin  duygusal dünyasına dalış yapan ve şeklinden beklenmeyecek bir derinliğe sahip olmasıyla şaşırttan bir kitap. Okuduğuma pişman olmadım. Merak edenler için denenmeye değer. 1Q84 e gelince sanırım onu okumak için sırada bekleyen daha çok kitap var.
Bu kitaptan sonra sırada Tristan Hawkins’in  İSİS kitabı var. İsis, Tristan Hawkins’in ilk romanı bir “dibe vurma” öyküsü...
P.S kitabın ortalarına geldiğinizde Bach- Cello Suite No.1 eşliğinde kahvenizle , gözlerinizi kapayın bir süre müziğe kulak verin işte o noktada kendinizi ve Hacime’yi düşünüp hissedin...
 “İnsanın, kaderi ve maddi dünya arasındaki gelgitlerini anlatan ve okuru kıskıvrak yakalayan bir eser. Akıllardan çıkmayacak.-The New York Observer
Kitaptan bir Müzik 
Nat King Cole- Pretend 
Pretend you’re happy when you’re blue It isn’t very hard to do.
 

1 Mart 2014 Cumartesi

Bir deneme Kitabı olarak "Aret Vartayan Gerçekten Yaşıyor musun?"

"Sana karşı dürüst olacağım.
Bugüne kadar herkes sana bir şeyler anlatmaya çalıştı. Ailen, öğretmenlerin, toplum, gazeteler, kitaplar... Sana nasıl yaşaman gerektiğini anlattılar, ne yapman gerektiğini ve kim olduğunu.
Sen fazla bir şey istemedin aslında... Mutlu, başarılı olmak, sevmek, sevilmek, hayallerini yaşamak, kendini değerli hissetmek... Yaşadıklarınla, zamanla, ruhun, zihnin karıştı. Artık sana anlatılanlara da ruhun doydu.
Ben de çok sıkıldım. Mutluluk için, başarı için, kendim olmak için bana sürekli vaatlerde bulunan kitaplardan, seminerlerden, kurallardan, öğretilerden...
Yıllarca yol aldım, oradan oraya sürüklendim... Sonunda cümleleri topladım. Ve elinde tuttuğun sayfalara taşıdım.
İnsanlara karıştım, gözlerine baktım, yüreklerinde yer buldum. Sorum aynıydı, "Gerçekten yaşıyor musun? Yoksa sadece nefes mi alıyorsun?"
Aret Vartayan Gerçekten Yaşıyor musun? kitabının arka sayfasından alıntıdır.
Gerçekten Yaşıyor musun kitabı herkese hayatında zaman zaman  mutsuz  olduğu gerçeğini süslemeden sunuyor. Zaten kişisel gelişim kitaplarının bu kadar yaygın olmasının nedeni de, bu değil mi zayıflıklarımıza karşı, farkındalık, kazandırıp kabullendirmek değil mi ki
Bir Erkek yazarın kaleminden, samimi bir deneme kitabı...
Herkesin bildiği bu gerçekleri sesli düşünmesi sonucu ortaya çıkmış modern deneme yazısı...

30 Ocak 2014 Perşembe

Bir Geyşa'nın Anıları/Arthur Golden


Memoirs Of A Geisha
Bu ay okumayı planladığım kitaplarımı erken bitirince, uzun zamandır okumak istediğim Bir Geyşa'nın Anıları'na başladım. Kitap biter bitmez filmini de izledim. İzlemeden önce tereddüt ettim  çünkü, Bazen filmler kitabı kadar etkileyici olamıyor. Bu konuda da yanılmadım, bana kalırsa kitabı okumadan filmi izlemeyin.
Kitabın önsözü böyle başlıyor;
"Japonya'nın en ünlü geyşasının gerçek anılarının kusursuz bir içtenlik ve ince bir lirizmle anlatıldığı bu romanda, bakire kızların açık artırmalarda en yüksek fiyatı veren alıcıya satıldığı; kadınların, iktidarı elinde tutan erkekleri oyalamak için eğiltildikleri; aşk hayallerine küçümsenerek bakıldığı, dış görünümü görkemli bir dünya gözlerimizin önüne seriyor."
Kitabın önsözünde, Sayuri'nin hayatı ve yaşadıklarının gerçek olduğu yazılmıştı. Yazarın dili basit olmasına rağmen üslubunu sevdim. Betimlemeler sayesinde, Sayuri'nin yaşadığı zamanı ve mekanı kolaylıkla aklımda canlandırdım.
 Japon kültürüyle uzaktan yakından alakası olmayan ben, kitaptan o kadar çok etkilendim ki Uzak doğu kültürünü daha detaylı araştırya başladım. Filme değinirsem aynı olumlu yorumları  ne yazık ki film için söyleyemeyeceğim. Film kitabın verdiği heyecanı vermedi. Filmde, olayların başladığı yerlerde ki  sahneler hızlıca geçilmiş ve kitapla tam anlamıyla uyarlanamamış.  Keşke filmin ana dili Japonca olsaymış. Film hakkında daha fazla yorumda bulunmadan filmde, Beni en çok etkileyen ise savaş yıllarında yaşananlardı.  Japonya da başlayan hikaye Sayuri'nin New York'a taşınıp orada bir çayhane açması ile son buluyor.
Etkileyici ve sürükleyici bir kitap olan Bir Geyşanın Anıları'nı hala okumadıysanız en kısa zamanda okumanızı öneririm.

27 Ocak 2014 Pazartesi

Murathan Mungan/Yüksek Topuklar

Bazı kitaplar vardır, başucu kitabı olur ve defalarca usanmadan okunur .Murathan Munganın ilk kitabı olan ‘Yüksek Topuklar’da, öyle bir kitaptır.
Haftasonu tembellik yapmaktan başka birşey yapmak gelmedi içimden, evi biraz topla ıvır zıvır işlerle uğraş derkende koskoca  48 saati doldurmuş bulundum. Bana kalırsa kayda değer tek yaptığım şey, uzun zamandır bitirmemek için direndiğim, üçüncü kez tekrar okumaya başladığım ,Murathan Mungandan Yüksek Topukları okumaktı.
Romanın baş kahramanları, kırklı yaşlara yaklaşmış Nermin ile beş yaşındaki  . Romanda, Nermin Tuğde ile geçirdiği beş günde , hem kendisinin şimdisi ve geçmişi, hem de hayata dair her şey hakkında şahane tespitlerde bulunuyor.
Kadın olmak, kadınlık halleri, evlenmek, bekar olmak, boşanmak, çocuk psikolojisi üzerine çok okuduğunuz, yazılmış bütün sözler bu kitapta toplanmış sanki..
Altını çizdiğim o kadar çok satır var ki, onları buraya yazarsam dava edebilirim J  zira alıntı yapmak yasaktır diyor.
Tek bir satır yazarsam eğer en etkileyen bu satırı paylaşabilirim.
“Hayat bazılarına mutsuz olmakla duygusuz olmak arasında bir seçim hakkı tanır, daha fazlasını değil.”
Herkese Musmutlu bir hafta dilerim Sevgiler,

24 Ocak 2014 Cuma

Gabriel Coco Chanel


Gabriel Coco Channel Moda dünnyasını ters yüz eden, 1900'ler başında Fransa'da  başlayan günümüzde kadar etkisini sürdüren modern kadının öncüsü..

Modaya az çok ilgi duyan herkesin ilgisini çekeceğini düşündüğüm bir biyografidir.
Bu Blog bir moda blogu olmasından mütevellit  Coco-Channeldan bahsetmemek olamaz.

1900 yıllar, Coco nun deyimiyle “yürüyen perde gibi dolaştığı” beyaz tenin moda olduğu  kadınların konforsuz kıyafetler içinde  süsbebeği gibi salındığı yıllardı,  
İşte o yıllarda Coco nun yolcuğu başlar,
Coco kariyerine bir kabere şarkıcısı olarak başladı çünkü biliyordu ki ona imkanlar sunacak hayatın kadınların erkeklerin hegomonyasında kaldığı o dönemdeki yolun malesef ki bu olduğunu..
Channel bir dönem açmıştır. Bunu nasıl başarmıştır diye sorarsanız size hiç düşünmeden, yenilikçi tavrı sayesinde derim. Aynı zamanda bizim bugün pazarlamaya dair bildiklerimizi  o yıllarda uygulamış olmasıdır.
Hayatından küçük bir kesit paylaşırsam, İlk şapka tasarımlarını müşterilerine sunduğunda yeniliğe direnen herkesin tepkisinden oda nasibini aldı,ancak bu durum onu umutusuzluğa sürüklemedi. O zamanlar birlikte yaşadığı Soylu sevgilisinin evinde verdiği davete şapkalarının lansmanını bir Prensese yaptırdı ve bu şapkalar, üç gün içerisinde tükendi.
Tayyörü, pantolonu, mini eteği kadınlara giydiren yenilikçi bir öncüydü 
Kıyafetlerindeki sadelik ise onun her tipten ve her meslekten insanla birarada yaşaması ve onlardan esinlenmesidir diye düşünüyorum.
COCO 1971'de, 88 yaşında dünyaya gözlerini yummuştur. ama yarattığı stil hâlâ canlıdır.
Hala Sokakta bir kadın gördüğümüzde aslında Chanel in mirasını görüyoruz. Bana kalırsa Channel bir, yanlızca bir terzi değil toplumsal yapıyı dönüştüren kadına özgür rahat bir kimlik kazandıran çeşit dahidir. Moda ve biyografiye ilgi duyuyorsanız Alfonso Sıgnorini Channel biyografi kitabını okumaktan sizde benim gibi keyif alacaksınız

14 Ocak 2014 Salı

Franz Kafka/Aforizmalar

Bugün size, son zamanlarda Kütüphaneden çıkarıp çıkarıp okuduğum bir kitap olan, Franz Kafka’nın Aforizmalar eserinden bahsetmek istiyorum
 Kafka /Aforizmaları  yazdığı dönemde büyük yıkımlarla karşı karşıyaydı verem hastası olduğunu öğrenmiş; uzatmalı nişanlısı Felice Bauter'den ayrılmıştı. Aforizmalar  Kitabında yer alan düşünceler bütünleşmiş düşüncelerdirki insana Kafka o zamanlardaki ruh hali tarafından şekillendiği düşüncelerden ziyade Kafka’nın hayat görüşünde  de zaten varolan düşünceler olduğunu düşündürtür
 Aforizmalar eserinden bir kaç seçki...
1. Doğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil de hemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. üzerinde yürümek değil de, insanı çelmelemek içindir sanki.
2. İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: sabırsızlık ve tembellik. sabırsız oldukları için cennet’ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar
3.  Belirli bir noktadan sonra geri dönüş yoktur. bu noktaya erişmek de gerekir.
4. Belki bir şeylere sahipsin, ama kendi varlığın yok savına verdiği cevap, bir titreme ve yürek çarpıntısı oldu sadece(Dövüş Klübu)
5. i̇yi, bir bakıma rahatsızlık vericidir
6.Dünyayla arandaki savaşımda, dünyanın yanında ol.
7.insanlarla iç içe olmak, insanı kendini gözlemlemeye götürür.
8. Ruh ancak, bir dayanak olmaktan çıkınca özgürleşir
9.Yaşamının daha başlangıcında iki ödev: giderek çevreni daraltmak, ve kendini bu çevre dışında gizleyip gizlemediğini sürekli denetlemek.
Kafka hayatının son yıllarında bu eserini tamamlayamamış ve bu aforizmalar ölümünden sonra yakın dostu Max Brod tarafından biraraya getirilip yayımlanmıştır.

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Lourent Gounelle / Tanrı Daima Tebdili Kıyafet Gezer

Merhaba,
Haftasonları ailemin yanına Marmara Adasındaki yazlığa kaçıyorum. Haftasonu da olsa 2 gün yazlıkçı kafası olarak günlerimi geçirirken,kah deniz otobüsünde, kah kumsalda güneşin altında okuduğum ve en son Yıldız parkına gidip bitirdiğim bir kitabı paylaşacağım sizlerle...
Lourent Gounelle'in Tanrı Daima Tebdili Kıyafet Gezeri o kadar çok duydum ve her yerde o kadar çok övülüyor ki merak ettim yinede ve uzun bir süre, popüler kitaplara duyduğum önyargıyla kitabı okumakta direndim kitabı okuduktan sonra haksızlık ettiğimi anladım.
Bu kitap kendi klasmanında "başarılı" sıfatını hakkıyla taşıyor. Kitap roman görünümlü bir kişisel gelişim kitabı. İş ve özel hayatında başarısız ve bir adamın hayatındaki  olumlu değişimi anlatıyor. Kişisel gelişim kitapları gibi şunu şöyle yapın gibi tavsiye safsatalarında da bulunmuyor. Ayrıntı vermek isterdim ama eğer okumak isterseniz heycanınızı kaçırmış olurum. Ben kitabı  Tavsiye ediyorum okuyunuz :)
En kısa zamanda görüşmek üzere,  sevgiler,

17 Kasım 2011 Perşembe

Efsaneler Asla Ölmez Norma Jean Montersen



Marliyn Monroe Biyogrofisi bu sefer diğer yazılanlardan çok farklıydı. Marliyn Monroe çevresi tarafından edinilmiş bilgilere dayanan daha objektif bir biyografi olduğunu düşünüyorum. Objektif olması onun bizi ağlatmayacağı anlamına hiç gelmedi hele bu sefer çok daha fazla ağladım.
Taraborrelli, yazdığı biyografisinde Marliyn hayatındaki kadınlarında hayatlarının gerçek ve detaylı potreleriyle Norma Jean anlatıyor.
Annesinin ağır paranoyak şizofrenisiyle uğraşmak zorunda kalırken çok kortuğu bu durumu şöhretinin sonlarında yaşarken kendi yok edişini anlatıyor.
Marliyn sonsuzluğa doğru adım atarken yaşadıkları, Marliyn aslında ne kadar güçlü ancak insancıl ve temiz yürekli, kırılganlığı anlamamız, onu koruma iç güdüsünü öyle çok artıyor ki yanında olma isteğini şiddetlendiriyor. Marliyn iç dünyasına daha çok değinen bu kitap, Marliyn çok farklı çok insan bir yönünü de anlatıyor.
Beni asıl etkileyen kitabın son paragrafıydı,
Asıl hikaye Norma Jean Montersan adındaki bir kızın hikayesidir. O kendi hayallerinin ötesinde bile bir kadın yarattı. Aklı ona ihanet etse bile o, O kadını bizim için hep canlı tuttu.İçindeki Bütün kaoslara rağmen O kadını hep canlı enerjik ve müthiş bir güzellikte bize sundu. Ancak sona yaklaşırken kendi benliğinden o kadar uzaklaştı ki artık bir başka biriymiş gibi davranamadı. Bir seçim yaptı ve Marlyn Monroe bize miras bıraktı..