sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2018 Pazar

Baba Kız Aynı Sahne’de Hissei Şayia’da

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Tiyatrolarında sergilenen Hissesi Şayia oyununa asırlık oyun desek abartmış olmayız. Oyun ilk kez 1916 yılında Şehir Tiyatrolarında Dar'ül Bedai'de oynanmış. Oyun 100 yıllık ama konusu gayet evrensel. Zihni Göktay’ın baş rolünde yer aldığı oyun ayrıldıktan sonra da didişmeye devam eden ve biricik kızlarını bir türlü paylaşamayan ("hissei şayia") karı kocanın bitip tükenmek bilmeyen kavgalarını konu alıyorBirbirlerine dava üstüne dava açan, gülünç duruma düşseler de bu didişmeden adeta zevk alan; fakat aslında her şeye rağmen birbirini seven karı kocanın ve onların arasında kalan genç kızın öyküsü eğlenceli bir üslupla aktarıyor.


Bu oyunda baba kızı aynı sahnede görüyoruz, Evet Zihni Göktay’ın kızı Zeynep Göktay’da bu oyunda Mahmure rolünde Tahir Bey( Zihni Göktay’ın) kızı olarak karşımıza çıkıyor.


28 Ekim 2017 Cumartesi

Cotemporary 2017


Cotemporary 2017

14-17 Eylül 2017 tarihleri arasında İstanbul Kongre Merkezi ve Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda 12. kez gerçekleşen Contemporary dünya üzerinden birçok müzayedenin sergisine ev sahipliği yaptı. Son günü gitmeyi tercih ettiğimiz, bu etkinlik inanılmaz kalabalıktı. Ama yine de iyi ki gitmişim dedirtti.


ki gi
 






 Giriş bileti Yetişkinler için 55 TL Öğrenciler için 35TL

7 Temmuz 2017 Cuma

Paul Gauguin Ressamlar Dizisi #3#


Herkese Merhaba,
Bugün  size ,  Monet’in,Cezanne’nin Van Gogh’un çağdaşı  Paul Gauguinden bahsetmek istiyorum.




Paul Gauguin,
Parisli ressam hayatına, ressam olarak değil bankacı olarak başlar, Danimarkalı bir mürebbiye olan Mette ile evlenir ve beş çocuk sahibi olur. 30 yaşına kadar aile babası bir bankacı olarak hayatını sürdürürken,  Camille Pissarro ile arkadaşlık kurar ve içinde ki sanat aşkı bastırılamaz hale gelir. Yarı zamanlı hobi olarak yaptığı ressamlığını Bankadaki işinden istifa ederek tam zamanlı hale getirir. Ünsüz bir ressam olan Gauguin geçim kaynağını kaybedince,  var olan varlıkları satıp satıp yemeye başlar bu duruma daha fazla dayanamayan Eşi Mette ortanca çocuğu dışındaki diğer çocuklarınıda yanına alarak Danimarkaya döner. Bu dönemde Vincent Van Gogh, Gauguin’i Arles’e çağırır  Gaugini Sarı Ay çiceklerle karşılayan Van Gogla  birlikte, 9 haftayı resim yaparak geçirirler. Gaugin, Van Goghla yaşadığı tartışma sonrası Van Gogh’un evini terk eder bunun üzerine,  Van Gogh kulağını keserek intihara kalkışır.




Mali durumu kötü olan Gaugin Parise dönmesinin ardında iyice sıkışık zamanlar geçirir. Bunun üzerine çalışmak üzere Panama Kanalına gider Haiti de yaşar bir süre, hatta ünlü tablosu olan ‘Fatata te Miti (By the Sea)’, ‘la Orana Maria’ (Ave Maria) adlı tablolarını burada yapar. Peru'da çocukluğunu geçiren ressam hayatında hep Güney Amerika'nın bozulmamış doğasını arara bu etkiyide resimlerinin çoğunda görüyoruz.






Bir gezgin olan, Paul Gauguin  yaşadığı çağın vahşetinden ve emparyalizme olan tepkisinden dolayı medeniyetten kaçmak için önce Panama’ya sonra Martinigue’e gider.
Gauguin, bir tezatlar ressamıdır, «ilkel» olduğunu savunduğu halde, sembollerden, renk zenginliğinden, bahseder. Yine de bu değişik ruh fırtınalarından, karşımıza  sahici bir insan çıkar.
54 Yaşında  Frengiden Vefat eden Gaugiun malesef ki çoğu sanatçı gibi ölümünden çok daha sonrasında değeri bilinmiştir.

17 Kasım 2015 Salı

Notre Dame Katedral'inden Paris Camisi'ne ve Quartier Latin


Bir sonraki gün Paris’te yapmak istediklerimizden ilk Notre Dame katedralini ziyaret etmekti. Bunun için sabah erkenden yola çıkmıştık. Ilk olarak metro haritasını açtık keşişim noktalarından ineceğimiz durağı tespit ettik, line olarak 4 nolu metro hattını kullanmamız gerektiğini anladıktan sonra Cite durağında inerek Fransız gotik mimarisinin en güzide örneği olarak bilinen Notre Dame Katedraline ulaştık.


Notre Dame Katedrali ilk gotik katedrallerden biri. Heykellerin ve işlemeli camların ortaçağ Roma mimari üslubundan sonra pek görülmemiş bir dünyevilik içeriyor bu özelliğinden dolayı bu katedral natüralizm akımının temsili.
Turistler açısından popüler bir yer olmasının sabah ilk durağımız olmasına neden oldu.

Katedral Roma Katolik katedrali olarakta kullanılıyor ve Paris başpiskoposluğuna ev sahipliği yapıyor.
19. yüzyıl başlarında Paris şehir planlamacıları katedralin bakımsızlığından ötürü katedrali yıktırmak istemişler.
Fransız yazar Victor Hugo, halkın ilgisini çekmek için Notre Dame’ın Kamburu adlı romanını yazmış ve katedralin kurtarılması için kampanya başlatılmasını sağlamış ve  kampanya hala devam ediyor.

Katedrali gezip Kuleye çıktıktan sonra yönümüzü Paris’in büyük Camisine çeviriyoruz. Quartier Latin mahallesinde bulunan camiyi gezdiğimizde Latin mahallesini de gezmiş olacağız.
Grande Mosquée de Paris Fransa’da inşa edilmiş ilk cami olmasının yansıra Avrupa’nın en büyük camisidir. 1926 Yılında yapımı tamamlanan Cami’ye Mustafa Kemal, “Bizim de çorbada tuzumuz bulunsun” diyerek yapımından 1938 yılına kadar her yıl onar bin frank para göndermiştir.
Caminin içi ve dışı eşsiz bir işleme ve mermer sanatıyla bezenmiş. Camii'den ayrıldıktan sonra Latin Mahallesinde bulunan caminin etrafını gezmeye başlıyoruz.

Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir ile varoluşçuluk hareketini başladığı Quartier Latin Mahallesi benim Paris’te en çok keyif aldığım noktalardan bir tanesidir.
Önce pazarı gezip yiyeceklerimizi aldık daha sonra mis gibi kokan kruvasanla kahvelerimizi alıp bütün gün burada keyifli sohbetlerimizi yaptık daha sonraki günlerde de Bu mahalle bizim ilk durağımızdı.

16 Eylül 2015 Çarşamba

Brüksel

Paris’ten sonraki durağımız çikolata kokan Brüksel’di. Paris üzerinden Brüksel’e otobüsle geçtik. Aslında öncesinde Megabus ile geçeriz diye düşündük. Paris kongre alanına bir gün önce geldik ve Megabus’ların kalktığı durağı bulduk orada öğrendik ki Paris üzerinden  planladığımız gibi Megabus ile Brüksel’e geçemiyoruz işte o gün ani bir karar ile otobüs firmalarını araştırdık.Otelimizde ki Adams’ın yardımları sonrası İDBus firmasından online biletlerimizi aldık.Yola çıktık ve yeşillikler içinden 5 saat süren yolculukta tüm yorgunluğa rağmen direndik yolu tamamladık. 
Brüksel’e vardığımızda metro ile şehir merkezine ulaştık. Otelimiz ünlü St. Catherina Katedralin arkasında oldukça merkeziydi. Tripadviser sayesinde bulduğumuz otelden oldukça memnun kaldık. Brüksel’de otel fiyatları diğer ünlü Avrupa şehirlerine oranla daha ekonomik seviyede olunca bizde güzel bir otel seçtik.
Otel’e eşyalarımızı bıraktık ve şehri keşfe çıktık. Gece geç saatlerde olmasına rağmen Avrupa’nın çoğu şehrine inat Brüksel ışıl ışıl ve her yer açıktı. Brüksel büyülendiğim şehirlerden biri oldu.



Tarihi boyunca birçok önemli olaya sahne olan Brüksel’in yükselişi Brabant Dükü’nün Brüksel’i başkent yapması ile başlamış. Şehir mimarisinin geliştiği zaman ise 15.yy civarı. 17. Yüzyıl sonlarında bombalanması ile acılı günlere geçiş yapmış. Günümüzde ise şehir Avrupa Birliği’nin birçok kurumuna ev sahipliği yapmakta.




Brüksel’de bütün turistik noktalar bir yerde toplanmış derli toplu. Gündüz keşfe başladığımızda tekrar Brüksel’in dünyaca ünlü Grand Place Meydanı, ilk noktamız oldu. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de yer alan bu meydan bence, Dünyanın en güzel meydanlarından.




Meydanda baya vakit geçirdikten sonra meydana çıkan dar sokaklardan birine dalıp balık lokantalarının olduğu bir sokaktan geçtik.
Dar sokakta sağlı-sollu olarak pek çok deniz ürünlerinin menülerde yer aldığı güzel restoranlar bulunmakta.

Belçika'da her adım başında bir çikolatacıya ve bira satılan yerlere rastlamanız mümkün. Brüksel’de çikolataya doyduk diyebiliriz.
Sanırım bu fotoğraflar çikolata şelaleri ve çikolataya doymuş bir yüzün en önemli bir özeti.
Bar-Gece kulübü olarak ise Guinness Rekorlar Kitabı'na en çok bira çeşidiyle giren "Delirium" u tavsiye ediliyor. Burada her şeyin birasını bulmak mümkün çilek bile. Bu arada Delirium'un her katı farklı bir bar olarak dizayn edilmiş.

Yine Meydana yakın konumda yer alan Manneken Pis (İşeyen Çocuk Heykeli) ise şehrin en önemli ve ünlü simgelerinden biri bizde bu noktaya doğru yol aldık.
Orijinal adında Manneken Pis olan bu heykel çeşme olarak tasarlanmış olup İngilizce'de Little Man Pee, Fransızca'da ise Le Petif Julien adıyla bilinmektedir.

61 santim boyunda yapılmış olan işeyen erkek çocuğu temalı çeşme, bir çok hikayesi bulunuyor ancak,  en yaygın hikaye Brüksel'de 1619 yılında kaybolmuş turist bir bebeğin, bahçenin birinde işerken bulunmasıdır. Tüccar babası çocuğun bulunmasıyla aramaya katılan Brüksel yerlilerini onurlandırmak için kente çocuğun tasviriyle çeşme yaptırmış ve şükranlarını sunmuş.

Brüksel'de zaman zaman kostüm giydirilen heykelin bugün yaklaşık 800 kadar giysisi bulunmaktadır. Denizci, esnaf, asker, süper kahraman, devlet adamı gibi kostümlerle Brüksel'i ziyaret eden turistlerin ülkelerini temsil eden kıyafetler de giyiyor ve Manneken Pis'in gün içerisinde kıyafetleri değiştiriliyor. Brüksel'da hatta Manneken Pis'in kıyafetlerinin sergilendiği bir müze de varmış.

Bu arada Brüksel'in waffle cenneti olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Şehir adeta çikolata ve waffle kokuyor. En güzel wafflecıların Manneken Pis heykelinin yanındakilerin olduğu tarafıma söylendiği için orda waffle yedik
Brüksel’e bu şirin patatesçiden patates yemek ayrı bir keyif oldu bizim için. Konukseverliği ve sempatik sunumuyla çok sevdik.

Brüksel sonrası Rotamız Amsterdam’a doğru uzanıyor.

8 Mayıs 2014 Perşembe

Gustav Klimt Ressamlar Dizisi#4#





Anne Çocuk

Sanayileşme devrimi sonrasında, Endüstrileşmenin olumsuz etkilerinin hissedilmesiyle İngiltere’de Art Nouvea adı altında bir sanat akımı başlamıştır. Art Nouvea olarak adlandırılan bu akımın amacı, makinenin yok etmeye başladığı zanaatkarane işçiliğe saygıyı tekrar kazanmaktır. Ayrıca İngiltere’de 19. yüzyılın ikinci yarısında egemen olan Victoria döneminin zevksiz ağır süslemeciliğine karşı bir tepkidir de  bu akım.
Bu akımın sanatçılarından biri olan Gustav Klimt, eserlerinde Art Nouveau ve Sembolizm’i ustaca bütünleştirmiş bir ressamdır bugün sevdiğim bir kaç eserinden bahsetmek istiyorum.

1862 yılında Viyana’da dünyaya gelen Gustav Klimt, 1876’ da Viyana Halk Sanat Okuluna girmiştir. 1886-1892 yılları arasında Burgteater ve Viyana Sanat Tarihi Müzesi’nde duvar resimleri yapmış, Eserlerinde çoğunlukla altın rengini ve kadın figürünü çalışmalarında kullanmıştır. Klimt eserlerinde resimlerindeki kadınlar çıplaktır ve çıplaklık gerçektir. Bu çıplak kadınlar, doğurganlıklarıyla sonsuzluğu da sembolize ederler
“Beethoven Friz’
Beethoven Friz
Klimt, bir başyapıt olarak anılan “Beethoven Friz’i” 1902 yılında yapmıştır. Sergiden sonra yerinden kaldırılacak düşüncesiyle eserini ucuz ve taşınabilir malzeme ile çalışmış ve bu nedenle daha sonra frizin restorasyonu sırasında ciddi sıkıntılar yaşanmıştır. Eserin uzunluğu 34,14 m yüksekliği ise 2 Metredir. Beethoven Friz, sergi sonunda büyük bir koleksiyoncu olan Carl Reinighaus’a satılmıştır. Yedi parçaya bölünerek sökülen bu yapıt, tam 12 yıl boyunca Viyana’da bir depoda muhafaza edilmiştir. 1915 yılında o dönemin en büyük Klimt koleksiyoncusu olan August Lederer tarafından satın alınmıştır. Klimt’in başyapıtlarından olan bu eser, 1973 yılında Avusturya hükümeti tarafından satın alınmış ve 10 yıla yakın bir sürede oldukça maliyetli bir şekilde restore edilmiştir.
Klimt’in bu eserde, insan vücudundaki geometrik şekillerden yola çıkarak, bedeni bezenmiş bir şifreye dönüştürme çabası dikkat çekmektedir. Bu çalışma Klimt’in ‘altın çağ’ına başlangıç yaptığı eser olarak sayılmakta ve sanatçının gelişiminde önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir.
Schubert at the Piano
Gustav Klimt: Adele Bloch-Bauer                                 
Ferdinand Bloch, 1903’ün yazında, eşinin ailesine o Ekim’deki evlilik yıldönümleri için hediye etmek amacıyla eşinin bir portresini yapılması için sipariş verdi. Ancak resim ancak 1907 yılında tamamlanabildi. Bu resimde, Adele’in altın bir tahta oturmuş, üzerine oldukça lüks dekore edilmiş altından bir elbise giymiş olduğu görülmektedir. Klimt’in imzası, dekoratif elementlerdir: üçgenler, yumurtalar, gözler… Elbisesine doğru akan saçları, ressam ile modeli arasındaki özel ilişkinin ipucudur. Bu, Adele Bloch-Bauer’in iki portresinden ilkidir. İkinci portrenin yapımı 1912’de asıl görüntüsünü tamamlar.
İkinci Dünya savaşı sırasında el konulan bu resim, Bugün New York’ta, Neue Galeri’de muhteşem azametiyle sergilenmektedir.

Adele Bloch-Bauer
Adele Bloch-Bauer




VİRGİN

9 Mart 2014 Pazar

Limón Dance Company


Merhaba Modern Dans Severleri Buraya alalım!
Bugün size dün akşam katıldığım bir etkinlikten bahsedeceğim.
Program içeriği,  ''There Is A Time-Etude-Chaconne-Come With Me'' dan oluşuyordu
Bach'ın muhteşem bestesi 'Chaconne', sahnede vücut bulduğu bu dans gösterisine tam anlamıyla klasik ve modern figürler sentezi denilebilir.
Michelangelo'nun imgelerinin ya da Bach'ın müziğinin dans ettiği gibi bir insan da dans edebilir," diyen José Limón'un kurduğu bir dans topluluğu olan  Limón Dance Company yarım asırlık bir tarihe sahip. Ülkemizde ise ilk gösterisi ni 7-8 Mart Tarihlerinde İş Sanat Kulelirnde sergiledi. Amerikalı dans topluluğun karegrofileri, klasik yapıtların günümüz figürlerine uyarlanması temasıyla şekilleniyor.
Is sanat yine güzel bir etkinliğe ev sahipliği yapti Teşekkürler!
Herkese Sanat Dolu günler dilerim.
Adiós!