28 Kasım 2014 Cuma

Interstellar

Haftanın son iş gününden hepinize koskocaman bir MERHABA! Geçtiğimiz hafta şu yazımda İzmir Konak Pier AVm sinde izlediğim İnterstealler Türkçeye çevrilmiş hali Yıldızlararası filminden bahsetmiştim. Bu film biz 16.30 seansında izledik. 169 dakikalık bu filmden çıktığımızda saat 20.00 gösteriyordu. Filmi tercih etmemde ki sebeplerden biri de yüksek IMBD puanıydı.  8.9 IMBD puanına sahip filmi beni sinemaya çekmek için oldukça etkenlerden biriydi.

Film hakkındaki yorumlarıma gelecek olursam bu film, bana kalırsa bilim-kurgu altında konumlanan  bilimsel spekülasyon ve felsefeyi içinde barındıran filmleri sinemaya uyarlamak ve izleyiciye doygunluk sağlamak oldukça zor bir iştir. İnterstealler bunu başarabilmiş bir filmdir ve uzun süresine rağmen sıkılmadan heyecanla izledim. Flimde temponun düşeceği ve yükseleceği anlar çok iyi dengelenmiş. etrafımdaki seyirci grubunda dalıp gitmeler, kopmalar olmadı Christopher Nolan, Inception sonrasında  beni kendisine bir kez daha hayran bırakmıştır.
 Geçen seneki Gravity deneyimimden sonra bu filminde Oscar garantili çeklidiğini düşünüyorum.
Son olarak, kara deliğe girilirse ne olur, kara delikten çıkılabilir mi, uzay-zaman ilişkisi nedir, zamanın bükülmesi nedir gibi sorulara dair kurguyu merak etmenize rağmen,  benim gibi popüler ürünlere karşı olduğunuz için bu filme gitmeye kaçınıyorsanız daha fazla tereddüt etmeyin  .
Sinemaya gitmeye değer mi diye tereddütte kaldıysanız cevap kesinlikle evet. İyi seyirler...

24 Kasım 2014 Pazartesi

ATWEEKEND*2*

Haftanın ilk iş gününden herkese merhaba, pazartesileri kimsenin sevmediği konusunda artık hem fikirim. Keyifli geçen hafta sonu sonrası sendromlu bir günle haftaya yeni bir başlangıç yapmak zor geliyor.
Cumayı iple çekip cumartesiye merhaba dediğimde o günü ne yapacağımız haftalar öncesinde planlanmıştı. Süreyya Operasında Afife-bale gösterisinin 16.00 seansına biletleri almıştık. Ben sabahın erken saatlerinde, Kadıköy’e gittim. Balon Kafenin oradaki otoparkın öğleden sonra dolu olacağını varsayarak erkenden, Kadıköy’de konumlandım.
Büfeden gazetelerimi alıp Altıyol’a doğru tırmandım.  Soğuğu hesaplayamamış spor ayakkabıyla sokağa çıkmış olmamdan dolayı çizme satın almak için mağazalara bakındım. İstediğim modelleri internetten daha fahiş fiyatta olduğunu görünce satın alma fikrinden vazgeçip, kahvaltı mekânına doğru devam ettim.
Sanatçılar Sokağı diğer adıyla Ali Suavi Sokağı Kadıköy’ün gizli kalmış hazinelerinden. 
Bahariye caddesinin hemen girişindeki bu Sokağın başında Ali Süavi’nin büstü karşılıyor.
Sokak  el emeği göz nuru ürünlerle bezeli, sokağın devamında Nazım Hikmet Kültür Merkezi bulunuyor onun tam karşı çaprazında ise benim favori kahvaltı mekanım Süt Yumurta Reçel yer alıyor.
Süt Yumurta Reçel 14 liradan 50 liraya kahvaltı menülerine sahip.
Sıradan Kahvaltı bile Ezine peynirinden, köy kırması Yeşil Zeytine, Mevsim Sebzelerinden Haşlanmış ya da Sahanda Yumurtasına, Çiçek Ballıdan, Ev Yapımı Mevsimlik Reçeline, Manda Kaymağına uzanan zengin bir kahvaltı sofrası vaat ediyor.

“Çaya paramı alınır ayıp yahu” diyen işletmecileri size sınırsız çay imkânına sunuyor. Aynı zamanda kahvaltı tabaklarınız bittikçe yenisini isteyebiliyorsunuz.
Benim tercihim bu sefer Ege Kahvaltısından yana oldu. Fakat yan masalar Karadeniz kahvaltısıyla dolup taşıyordu.
Güzel bir kahvaltı sonrası kızlarla toplandık ve Süreyya operasında Afife’yi izlemek üzere yerimizi aldık. 2 perdeden oluşan modern bale gösterisinin ilk perdesinden daha çok keyif aldık.
Müslüman Türk kadınlarının sahneye çıkmasının yasak olduğu 1900'lü yılların başında tüm olumsuzluklara karşın sahneye çıkan Kadıköy doğumlu ilk Müslüman Türk kadın tiyatro oyuncusu Afife Jale'nin hüzünlü hayatının dansla ahengi beni çok etkiledi.
Bale Afife Jale’nin hayat hikayesi üzerinden şekilleniyor. Kadıköy doğumlu Afife Jale, Ermeni oyuncunun yerine sahneye çıktığı küçük rolünden sonra polis tarafından hakkında soruşturma açılan içindeki tiyatro aşkı bitmeden her fırsatta sahneye çıkan ama her seferinden polisler eşliğinde yasaklanan. İdeallerini gerçekleştirmek isterken toplum ve ailesi tarafından dışlandığı trajik yaşamına doktorunun baş ağrılarını geçirsin diye kendisine uyguladığı morfin tedavisi sonucunda bağımlı olup Bakırköy ruh ve sinir Hastanesi’nde hayata veda eden mücadele dolu öyküsü altın, kırmızı, mor ve gümüş diye dört ayrı döneme ayrılmış.
Bu dönemler kalabalık sahne ekibiyle canlandırılıyor. Balede, "Afife" rolünü Tülay Yalçınkaya canlandırırken altın, kırmızı, mor ve gümüş olarak tanımlanan dört dönemi, Müge Bayramoğlu, Ebru Cansız, Deniz Zirek ve İlke Kodal canlandırıyor.
Anlatacaklarım şimdilik bu kadar bir sonraki haftaya kadar mutlu kalın! 
Sevgiler

19 Kasım 2014 Çarşamba

ATWEEKEND

ATWEEKEND
Merhaba uzun zamandır gezmekten yazmaya fırsat bulamadım. Sonra düşündüm artık hafta sonu neler yaptığımı kısa bir özetini yapmalıyım.
Geçtiğimiz Cuma akşamından topladım bavulumu Beşiktaş’tan vapura bindim Sabiha Gökçen’e doğru yola koyuldum. Kadıköy’de 10 saniye farkla Havaş’ı kaçırınca E10 otobüsüne bindim. Bindim ve çilem başladı iş çıkış saatine denk gelmesinin yanı sıra İstanbul otoban turu atan bu otobüste fenalık geçirerek 1,5 saatte Kadıköy’den S.Gökçe’ne vardım. Neyse ki Online Check in yapmıştım, havaalanına vardığımda Kiokslardan bileti bastırdım ve Boarding’e 10 dakika kala 21:30 İzmir uçağına yetiştim.
İstanbul’dan sonra İzmir benim diğer evim ayda bir İzmir’de olmazsam kendimi eksik hissediyorum. Bu yüzdende Pegasus promosyonlu uçak biletlerini yayınlar yayınlamaz periyodik olarak 2 ay da 1 olacak şekilde İzmir’e bilet alıyor ve gidiyorum. Genellikle Kıbrıs şehitleri Caddesinde yer alan konfor olarak evimi aratmayan evimde yani çalıştığım kurumun Misafirhanesinde kalıyorum.  Bu sefer Cumartesi sabahı erkenden yola çıkıp Cunda’ya gideceğimizden dolayı  ilk günü Çiğli’deki Arkadaşımda konakladık.  
Sabah uyandık gevreklerimiz arabada yiyerek yola koyulduk.  Bilirsiniz ki Simit’e İzmir’de Gevrek denir. Bence zaten Simit ve gevrek birbirinden farklıdır. İstanbul Simit’i daha sert olurken İzmir Gevreği gevrek gevrek ve içinde ki hamuru daha yumuşaktır. 
Menemen’i  Foça’yı geride bırakıp Aliağa’ya kadar uzanan yolda İzmir metrosu bize eşlik etti. İzmir metrosu gün geçtikçe geniş bir alana yayılıyor. İzmir’de şehrin dışı olan Aliağa’ya kadar uzanan bir metro ağı mevcut.  Dikili’yi Balıkesir’i geride bırakarak Ayvalık sapağından girdik. Ayvalık’a vardık, buradan tostumuzu yemeden ayrılsaydık, ayıp olurdu.
Ayvalık’ta kahvaltımızı yaptıktan sonra Türkiye’nin İlk Boğaz Köprüsü olma özelliğini taşıyan ve Ayvalık’ı Cunda’ya bağlayan köprüyü geçerek Cunda’ya vardık.
İlk molamız Taşkahve’de dibek usulü dövülen kahveyi içmekti. Şirin adadaki sokakları gezerek Tepe’deki Değirmen Kafeye vardık.
Huzur o kadar kaplamıştı ki içimizi uzun süre buradan ayrılamadık. Arnavut kaldırımlı sokaklardan inerek kıyıdaki balıkçıya vardık. Hevesle papalina balıklarını sipariş ettiğimizde artık mevsimin çoktan geride kaldığını duyunca üzüldük.
Fava, kalamar salatamızı yiyerek balıklarımızı bekledik. Çıtır lezzetli balıklarımızdan sonra  Cunda’nın pazarını gezdik alışverişlerimizi tamamladıktan sonra yola koyulduk ve İzmir’e 1.5 saat gibi kısa bir zamanda vardık.
Akşam ben üşütmüştüm. Merkezdeki bir hastaneye geçtik. Neyse ki çok uzun sürmedi ve önemli bir şey değildi. O gece Misafirhanede kaldım.
Pazar sabahı gazetelerimi aldım kordonda Bisquitte kahvaltımı yaptım.
Arkadaşlarım geldi onlarla kahve içtik ardından Bisim’den bisikletlerimizi kiraladık ve Kordonu baştanbaşa turladık. Bisim Belediyenin İzmirlilere sunduğu bisiklet kiralama hizmeti. İzmir Kordonunda ortada bisiklet yolu bulunuyor. Aynı İstanbul’daki Caddebostan sahili gibi, ben kordonda 2 saati aşkın bisiklet sürdüğümde ham olmuş olmamdan bacaklarım ağrıdı. Bisikleti pasaport meydanındaki durağa bıraktım. Ve Konak Pi Er’e yürümeye başladım. Konak’ta kahve molası sonrasında Interstealler filmine bilet aldım. Film ile ilgili değerlendirmemi bir sonraki yazımda yazacağım. Günün sonunda Konak’tan Alsancak’a yürüyerek misafirhaneye geldim.
Eşyalarımı topladım ve Kıbrıs Şehitliği Caddesinde tavsiye edilen yerde İzmir kokoreççimi yedim.  Metro ile havaalanına vardım ve 21:30daki uçağa gecikme nedeniyle 22:00 bindim.  Kısa seyahatlerimde her Zaman El bagajı ile idare ederim yine bunun avantajıyla bavul beklemeden İstanbul’a 23:00 gibi varmış. Balkabağına dönüşmeden de evimde olmuştum. Bu hafta sonum böyle geçti ya sizin ki nasıldı?

6 Kasım 2014 Perşembe

Vino Steak House

Bugün sizlerle Vino Steak House gidelim...
Tütüncü Mehmet Efendi Caddesi üzerinde Göztepe Park'ının karşısında yer alan Vino Steak büyük bir o kadarda sıcacık bir ev. Bu özel ev, 1937 yılında inşa edilmiş. Binanın projesi Anıtkabir mimarı olan Emin Halid Onad tarafından yapılmış.

Geniş bir alanı kaplayan Vino Steak House'un lezzetli yemeklerini anlatmaya başlamadan önce, Vino'nun sanatla olan ilişkisinden bahsetmek istiyorum. Vino'nun duvarlarında Türk sanatçıların tablolarla karşılaştım. Deniz hanımın anlattıklarıyla öğrendim ki, 
Vino Steak House'da Şeli Art Project işbirliğiyle "Her Restaurant'a Sanat" projesi kapsamında tablolar sergileniyormuş. Ayrıca Fikret Mualla'dan Bedri Rahmi'ye Türk Resim sanatına emek vermiş ustalara özel odalar bulunuyor. Bu aile odaları toplantılar için harika! 
Bahsettiğim odalar Vino'nun katında yer alıyor. 
Şimdi yemeklere dönersek ziyafetimiz Füme Et - Dana&Kuzu ve Peynir Tabağı  ile başladı.

Peynir Tabağı'nda Parmesan,  Gouda, Füme, Gravyer, Çerkez Füme peynirlerinden seçkiler vardı. Özellikle Gouda peyniri beni büyüledi. 
 Küçük bir tabakta Bahçe Salatası  soframızı şenlendirdi. Taze Yeşillikler, Cherry Domates, Salatalık ve Köy Biberiyle namına layık bir bahçe salatası...
İstiridye Mantarı

Izgarada pişirilen mantarın diriliğini mi övsem, lezzetini mi kokusunu mu inanın bilmiyorum. Kuşkonmaz  görüntüsü kadar sağlıklı oluşu cezbedici...
 Trakya Bölgesinden lezzet dolu etler karşınızda... 

Midemiz tıka basa doluyken imdadımıza Limon Sorbe yetişti. Limonun içi oyularak, sorbeyle doldurulmuş ve bu şekilde dondurulmuş. 
Limon sorbeyle molasından, KUZU ETLER bölümünde yer alan Kuzu Kafes Muhteşem sunumuyla bütün ilgiyi üzerine çekti.
Ünlü biri gelmişcesine herkes makinalarının deklanşörüne ard arda  bastı. 2-3 kişilik servis edilen 900 gramlık Kuzu Kafes'i  servis edilen ıspanak ve kaşarlı kumpir  taçlandırdı.
Son olarak, Volcano  yani, Çikolatalı sufleden bahsedeceğim.
Volcano yanında bir top vanilyalı dondurma ile servis ediliyor. Ben sufleyi çoğu kez aldığım yumurta kokusundan dolayı pek sevemem. Ancak Volcano harikaydı, pek sevdim.
Vino Steak House keyif dolu sohbeti ve lezzetli yemekleriyle harika bir akşam yemeğiydi. Her şey için Cem KARAKUŞ'a, Deniz SAĞLAM'a ve Esin Hanım'a çok teşekkür ederim.

3 Kasım 2014 Pazartesi

Son Zamanlarda İzlediğim Filmler

Geçen haftadan beri izlediğim filmleri ve tavsiyelerle başlıyoruz bu haftaya. Umarım hepiniz için sendromsuz bir pazartesi olmuştur. Zira kendim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim güzel bir hafsonu sonrası çalışmak pek zor geldi. Cumartesi ömrümden bir yaş daha alarak başladı hafta sonu, aslında kutlamaları sevmem ama ailem arkadaşlarım boş durmamışlardı. Ben bu kutlamalar olurken ne kadar kutlama istemiyorum desem de fark ettim ki içten içe hatırlanmayı istiyormuşum.  Tekrar burdan Varlığımı anlamlandıran başta ailem olmak üzere bütün arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Bu hafta size film yorumları yazacağım. Çünkü,  geçen hafta sonundan beri beş tane film izledim. Bu aslında benim için pek de fena bir rakam değil. Malum hafta içi iş, sonra ev işleri, derlenip toplanması gereken notlar, yazılar derken çok yapılacak işlerin arasına film serpiştirmiştim.
Filmler hakkında spoiler,   vermemeye dikkat ederek filmlerden kısa kısa bahsedeyim.
İzlediğim filmlerden ilki, "Anne". Orijinal adı "Mama" olan film Babasının bir cinnet sonrası annesini ve ortağını öldürmesi sonrası cinnetin devamını gerçekleştirmek üzere ormana getirdiği Victoria ve Lilly’nin kayboluş sonrasında ki hikâyesini anlatıyor. Yönetmenliğini İspanyol sinemacı Andres Muschietti'nin üstlendiği korku türündeki yapım, İspanya-Kanada ortak yapımı. Yapımcılar, günümüz korku sinemasının bizi alıştırdığı 'boşa giden zaman' hissiyatını akla getirmeyen bir film ortaya çıkarmışlar. İyi bir korku filmi, ben hem oyunculuklardan hem de anlattığı öyküden çok etkilendim. Tavsiye ederim.
Diğer bir film ise "Lucy",bir Fransız bilim kurgu filmi. Film, standart bir insanın beyninin yüzde 10’unu kullanabildiği sözde-teorisinden yola çıkarak, bu oranın artması durumunda elde edebileceği güçleri ve yapabileceklerinin sınırını sorguluyor. Filmde Scarlet Johansson, Morgan Freeman  gibi isimler rol alıyor. Bilim kurgu ve gerilim severlerin seveceğini düşünüyorum bana kalırsa 6.5 IMDB puanından çok daha fazlasını hak ediyor.
Bir arkadaşımın tavsiyesiyle izlenecekler listemde öne aldığım bir film de "Evrim"di. Başrollerini Johnny Depp, Rebecca Hall ve Paul Bettany gibi isimlerin paylaştığı ve orijinal adı "Transcendence" olan film, hikayesi yine bir yapay zeka ile ilgiliydi.  Son zamanlarda çok sık yapılan bu filmlerden henüz bıkmış değilim ancak Yapay Zeka ile ilgili Hollywood sinemalarında bir furya başladığı kesin. Filmin ilk yarısı gayet ağır bir sekanslar ile ilerliyor ve boş gerilim numaralarına dayanmak yerine yapay zeka ve insan ruhu arasındaki değişiklikleri ve paralelleri inceliyor. Yani, daha hızlı bir gerilim filmi izleyenler, bu kadar ağır bir tempoya sahip bir bilim-kurgu filminde tatmin olmayabilirler. Ama yine de izleyin.
Son olarak “Pompeii” filmini dün izledim. MÖ 79 Yılında patlayan Vezüv yanardağını ve Pompeii anlatan bu film beni çok etkilemedi ama yine de ön yargılı olmayın belki siz seversiniz. Biraz eğlenelim birazda öğrenelim diyorsanız izleyin derim. Filmin, gerçek Pompeii trajedisi ile uzaktan yakından alakası yok. Pompeii sadece adını bahşetmiş filme, düşük bütçeli bir yapım olan bu filmde felaket sahnelerinde bir kaç etkileyici efekt var onlar filmi biraz cazip kılıyor. Ama bana göre orta karar bir gladyatör filminden ötesi yok.
Bu hafta izlediğim filmlerden en güzelini, en bayıldığımı sona sakladım. Filmin adı "El Medico. Noah Gordon’un bestseller’in sinemaya uyarlaması. İbni Sina’nın hayatından kesitler taşıyan bu kurgu batının sefaletinden doğunun gizemine birçok unsuru barındırıyordu.146 dakikalık bu filmi izlerken sıkılmamış olduğuma çok şaşırdım.
Bu haftalık film köşesi  böylece son buluyor, iyi seyirler diliyorum!