2 Ekim 2014 Perşembe

Ayvalık'tan Cunda'ya, Cunda'dan Asos'a

Tatil denilen şey  benim için, kendimi dinlemek ve  İstanbul’un kaosu içinde  kaybolmuş benliğime nefes aldırmak demekken . Gezi ise çeşit çeşit  kültürleri tanıyıp, farklı farklı şehirleri gezip yeni yerler keşfetmektir.  Bu sene çok gezip az tatil yaptığım bir dönem oldu benim için belkide fırtınalı ruhumu gezerek dindirebilirim sandım. Bu yüzden çok gezdim az dinlendim.
Enerjim hala yerindeyken gezmeye devam ediyoruz. Bugünde  İstanbul Ayvalık üzerinden Cunda’ya varıyoruz. Kaldırım taşlı,  dar sokaklı, mavi saksılı, begonvil bezeli sokakları ve cumbalı evleriyle Cunda tipik bir Rum kasabası..

Cunda’ya vardığımızda ilk olarak Mustafa & Saki'nin Yeri'nde dibek kahvesini içerek soluk aldık. Ardından dar sokakları gezmeye başladık. Gezi sonrası yorulduğumuzda bu sefer Taş Kahve’de kahve molasını vermiştik. 

Dinlendikten sonra tarih yüklü adanın tepesine doğru tırmanmak için tekrar yola koyulduk.
Eski Cunda evleri, sahil boyu, incik boncuk satıcıları, balık restaurantları hepsi öyle güzel biraraya gelmiş ki yol hiç bitmesin istedim.




Tepeye tırmandığımızda harika bir manzara karşıladı bizi , bu manzaraya Koç ailesinin desteği ile yeldeğirmenleri  de eklenmiş.
Adanın tepesinden  manzaraya bakan şirin bir cafe ve değerli bir kütüphane bulunuyor. Selim ve Necdet Kent Kitaplığı olarak geçen bu kütüphane mutlaka görülmeli. Tepeye çıktığınızda soluklanmak için taze nane yapraklarının sarıp sarmaladığı buz gibi bir limonata çok iyi gelecektir.

Cunda’da yapılacaklar bunlarla sınırlı değil bu adaya geldiğinizde mutlaka güzel bir balık keyfi yapın!
Ertesi günü  gündüz Ege’nin buz gibi sularında serinledikten sonra akşam, rotamızı Şeytan Sofrasına çevirdik. Şeytan Sofrası, Üzerinde Şeytan'ın ayak izi bulunduğuna inanılan,insanların  madeni para atarak dilek dilediği eski bir lav birikintisi.
Şeytan’dan dilek dilemek bana göre birşey olmadığı için tüm dileklerimi Güneşin Batma anına sakladım. Alkışlar içinde güneşi uğurladıktan sonra Şeytan sofrasından ayrılıkdık.

Bir sonraki gün dönüş yolculuğuna geçtiğimiz gündü.  Ayvalık, Asos ve Tekirdağ üzerinden İstanbul’un yolunu tuttuk. Asos’a gitmeden mutlaka uğramanız gereken köylerden biri Adatepe Köyü,  

 Kazdağlarının eteklerinde bulunan bu köy yemyeşil doğası oksijen dolu havasıyla sizi de sarhoş edecektir. Köyün denize kapan kısmında Zeus atları bulunmakta dır. Köye varmadan denize bakan yamaca doğru giden ormanın içindeki patika ile ulaşılır Zeus Altarına. Bu yol da oldukça keyifli. Devasa çam ağaçlarının altından,  Adatepe köyünün uzaktan yanyana üstüste konmuş kibrit kutusu gibi görünen taş evlerinin eşliğinde uzun bir yürüyüş yolunun sonunda Tanrıların Tanrısı Zeus’un Karısı Hera ‘ya aşık olduğu tüm körfezi kanatlarının altında aldığı bu manzaraya  ulaşıyorsunuz .
 Eski çağlarda Zeus’a  kurban ve adaklar sunuyorlarmış. Köyün bulunduğu bu bölgede Troia, Midilli, Pers, Atina, Roma, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerini izlerini bırakmış. Adatepe köyünde Cumhuriyet öncesinde Rumlar ve Türkler bir arada yaşıyorlarmış. 
Mübadele sonrasında ise Rumlar Köyden ayrılmışlar. Adatepe Köyünden otlu gözlemesini ve tavşan kanı çayını içerek ayrılıyoruz. Dönüş yolculuğumuzda Tekirdağ Özcanlar köfte’de akşam yemeğimizi yiyerek bitiriyoruz. Yolculuğumuzun sonuna geldik bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle sevgiler,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder